English    Türkçe    فارسی   

4
2523-2572

  • آنچنان که از عکس دوزخ گشته‌ام ** آتش و در قهر حق آغشته‌ام
  • Nitekim cehennemin aksiyle de ateş kesilmişim. Hak kahrıyla karışmışım!
  • گه ز عکس مار دوزخ هم‌چو مار ** گشته‌ام بر اهل جنت زهربار
  • Cehennem yılanının aksiyle yılana dönmüşüm. Cennet ehline zehirler yağdırmada, onları dalayıp-durmadayım!
  • گه ز عکس جوشش آب حمیم ** آب ظلمم کرده خلقان را رمیم 2525
  • Gâh cehennemdeki kaynar suyun kaynamasının, köpürmesinin tesiriyle zulüm suyum, halkı çürütür, eritir!
  • من ز عکس زمهریرم زمهریر ** یا ز عکس آن سعیرم چون سعیر
  • Ben zemherinin aksiyle zemheri olmuşum. Yahut da cehennemin aksiyle cehenneme benzemişim!
  • دوزخ درویش و مظلومم کنون ** وای آنک یابمش ناگه زبون
  • Şimdi yoksul ve mazlumlara cehennemim. Vay onu zebun bulursam!
  • شرح کردن موسی علیه‌السلام آن چهار فضیلت را جهت پای مزد ایمان فرعون
  • Musa aleyhisselâm'ın, Firavun'un imanına karşılık olan o dört fazileti anlatması
  • گفت موسی که اولین آن چهار ** صحتی باشد تنت را پایدار
  • Musa dedi ki: O dördün birincisi, bedenin ebedi olarak sıhhatte kalır.
  • این علل‌هایی که در طب گفته‌اند ** دور باشد از تنت ای ارجمند
  • Tıp bilgisinde söylenen illetler, ey akıllı er, bedeninden uzaklaşır.
  • ثانیا باشد ترا عمر دراز ** که اجل دارد ز عمرت احتراز 2530
  • İkincisi, ömrün uzun olur. Ecel, ömründen çekinir!
  • وین نباشد بعد عمر مستوی ** که بناکام از جهان بیرون روی
  • İyi bir ömür sürdükten sonra âlemden, muradına erişmeden gitmezsin.
  • بلک خواهان اجل چون طفل شیر ** نه ز رنجی که ترا دارد اسیر
  • Hatta süt emer çocuğun süt istemesi gibi eceli istersin. Fakat seni esir eden bir zahmet, bir dert yüzünden değil.
  • مرگ‌جو باشی ولی نه از عجز رنج ** بلک بینی در خراب خانه گنج
  • Ölümü ararsın ama bir eziyete uğrayıp âciz kaldığından değil de evin harabesinde defineyi gördüğünden!
  • پس به دست خویش گیری تیشه‌ای ** می‌زنی بر خانه بی‌اندیشه‌ای
  • Bunun üzerine kazmayı eline alır da hiç düşünmeksizin evi yıkmaya başlarsın.
  • که حجاب گنج بینی خانه را ** مانع صد خرمن این یک دانه را 2535
  • Çünkü evi, definenin perdesi görürsün. Bilir, anlarsın ki bu bir tek tane, yüzlerce harmana mâni olmaktadır.
  • پس در آتش افکنی این دانه را ** پیش گیری پیشه‌ی مردانه را
  • Artık bu taneyi ateşe atarsın, erlik sıfatıyla sıfatlanır, er olursun.
  • ای به یک برگی ز باغی مانده ** هم‌چو کرمی برگش از رز رانده
  • Ey bir yaprak uğruna bağdan olan., sen, bir yaprağa kapılıp kalan ve bu yüzden üzümden mahrum olan kurda benziyorsun.
  • چون کرم این کرم را بیدار کرد ** اژدهای جهل را این کرم خورد
  • Fakat Allah’ın lütfu ve keremi, bu kurdu uyandırınca bilgisizlik ejderhası seni yer, siler süpürür!
  • کرم کرمی شد پر از میوه و درخت ** این چنین تبدیل گردد نیکبخت
  • Kurt, meyvalarla, ağaçlarla dolu bir bağ kesilir. İşte bahtı, talihi iyi olanlar, böyle bir değişikliğe nail olurlar!
  • تفسیر کنت کنزا مخفیا فاحببت ان اعرف
  • Ben gizli bir hazineydim, bilinmeyi diledim hadisi kutsinin tefsiri
  • خانه بر کن کز عقیق این یمن ** صد هزاران خانه شاید ساختن 2540
  • Evi yık, bu Yemen akilciyle yüz binlerce ev yapılır!
  • گنج زیر خانه است و چاره نیست ** از خرابی خانه مندیش و مه‌ایست
  • Hazine, ev altındadır, ev yıkılmadıkça ele geçmesine çare yok., evi yıkmaktan ürkme, durma!
  • که هزاران خانه از یک نقد گنج ** توان عمارت کرد بی‌تکلیف و رنج
  • Çünkü bu hazinenin ele geçecek bir parasıyla zahmetsiz, meşakkatsiz binlerce ev yapılabilir.
  • عاقبت این خانه خود ویران شود ** گنج از زیرش یقین عریان شود
  • Nihayet bu ev zaten viran olacak, altındaki hazine de apaçık meydana çıkacak!
  • لیک آن تو نباشد زانک روح ** مزد ویران کردنستش آن فتوح
  • Fakat o vakit hazine senin olmaz, çünkü o ele geçen ganimet, ruhun evi yıkma ücretidir.
  • چون نکرد آن کار مزدش هست لا ** لییس للانسان الا ما سعی 2545
  • insan, ancak çalıştığını kazanır. o işten hiçbir ücrete sahip olamayınca,
  • دست خایی بعد از آن تو کای دریغ ** این چنین ماهی بد اندر زیر میغ
  • Artık, eyvanlar olsun., böyle bir ay bulut altındaymış da görmedim!
  • من نکردم آنچ گفتند از بهی ** گنج رفت و خانه و دستم تهی
  • İyilik edip bana söylenen sözleri tutmadım, attık hazine gitti, elim bomboş diye elini ısırır, hayıflanır durursun!
  • خانه‌ی اجرت گرفتی و کری ** نیست ملک تو به بیعی یا شری
  • Meselâ; sen ücretle bir ev kiralarsın, fakat o evi satın alsan bile senin mülkün değildir ki!
  • این کری را مدت او تا اجل ** تا درین مدت کنی در وی عمل
  • Bu evde iş işleyesin diye kira müddeti, eceline kadardır.
  • پاره‌دوزی می‌کنی اندر دکان ** زیر این دکان تو مدفون دو کان 2550
  • Dükkânda eskicilik, yamacılık edersin, fakat bu dükkânının altında iki maden gömülüdür!
  • هست این دکان کرایی زود باش ** تیشه بستان و تکش را می‌تراش
  • Bu dükkân kiralıktır. Çabuk ol, kazmayı al da dibini kaz!
  • تا که تیشه ناگهان بر کان نهی ** از دکان و پاره‌دوزی وا رهی
  • Birdenbire kazma madene rastlasın da dükkândan da kurtul, yamacılıktan da!
  • پاره‌دوزی چیست خورد آب و نان ** می‌زنی این پاره بر دلق گران
  • Yamacılık dediğin nedir? Su içmek, yemek yemek, bu yamalarla köhne hırkanı yamar durursun!
  • هر زمان می‌درد این دلق تنت ** پاره بر وی می‌زنی زین خوردنت
  • Bu beden hırkası daima yırtılır. Sen de bu yemekle, içmekle onu yamarsın!
  • ای ز نسل پادشاه کامیار ** با خود آ زین پاره‌دوزی ننگ دار 2555
  • Ey talihi yaver padişah soyundan gelen, kendine gel de yamacılıktan utan!
  • پاره‌ای بر کن ازین قعر دکان ** تا برآرد سر به پیش تو دو کان
  • Bu dükkânın dibini bir parçacık kaz da o iki maden, başını yüceltsin!
  • پیش از آن کین مهلت خانه‌ی کری ** آخر آید تو نخورده زو بری
  • Bu kiralık evin kira müddeti bitmeden kendine gel. Yoksa bu müddet biter, sen de ondan bir fayda elde edemezsin!
  • پس ترا بیرون کند صاحب دکان ** وین دکان را بر کند از روی کان
  • Sonra dükkân sahibi, seni dükkândan çıkarır; bu dükkânı da hazineyi elde etmek için yıkar.
  • تو ز حسرت گاه بر سر می‌زنی ** گاه ریش خام خود بر می‌کنی
  • Sen gâh hasretle başına vurursun; gâh ham sakalını yolar durursun!
  • کای دریغا آن من بود این دکان ** کور بودم بر نخوردم زین مکان 2560
  • Yazıklar olsun; bu dükkân benimdi. Kör müydüm ki buradan bir fayda elde etmedim!
  • ای دریغا بود ما را برد باد ** تا ابد یا حسرتا شد للعباد
  • Yazıklar olsun, bu bizimdi yel götürdü! Biz kullara da ebediyen hasretlere düşüp eyvahlar olsun demek kaldı dersin!
  • غره شدن آدمی به ذکاوت و تصویرات طبع خویشتن و طلب ناکردن علم غیب کی علم انبیاست
  • İnsanın, yaradılışında olan zekâ ve düşüncelerine aldanarak peygamberlerin bilgisi olan gayb bilgisini istememesi
  • دیدم اندر خانه من نقش و نگار ** بودم اندر عشق خانه بی‌قرار
  • Ben evde bir süs, bir nakış gördüm de o evin sevgisiyle kararsız bir hale geldim;
  • بودم از گنج نهانی بی‌خبر ** ورنه دستنبوی من بودی تبر
  • Gizli hazineden haberim bile olmadı., yoksa kazma, elimde çiçek demeti kesilirdi!
  • آه گر داد تبر را دادمی ** این زمان غم را تبرا دادمی
  • Ah, o zaman kazmanın hakkını verseydim şimdi gamdan kurtulmuş olurdum!
  • چشم را بر نقش می‌انداختم ** هم‌چو طفلان عشقها می‌باختم 2565
  • Gözümü nakşa, takmış, çocuklar gibi aşk oyunlarına dalıp kalmıştım!
  • پس نکو گفت آن حکیم کامیار ** که تو طفلی خانه پر نقش و نگار
  • O muradına erişmiş hakim, sen bir çocuksun. Evde nakışlarla, suretlerle dolu diyerek ne de doğru, ne de güzel söylemiştir.
  • در الهی‌نامه بس اندرز کرد ** که بر آر دودمان خویش گرد
  • İlâhiname de çok vasiyetlerde bulunmuş, tozu dumana ver, varlığının kökünü kazı demiştir.
  • بس کن ای موسی بگو وعده‌ی سوم ** که دل من ز اضطرابش گشت گم
  • Firavun ey Musa dedi; kâfi, gönlüm, ıstıraptan eridi gitti., artık üçüncü vadini söyle!
  • گفت موسی آن سوم ملک دوتو ** دو جهانی خالص از خصم و عدو
  • Musa dedi ki; üçüncüsü şu: Devletin iki kat artar, iki âlemin de düşmandan arınmış devlet ve saltanatına nail olursun!
  • بیشتر زان ملک که اکنون داشتی ** کان بد اندر جنگ و این در آشتی 2570
  • Şimdiki devlet ve ikbalinden daha fazla devlete, ikbale ve ülkelere sahip olursun. Şimdiki devletin savaş içindedir, o devlet sulh ve huzur içinde!
  • آنک در جنگت چنان ملکی دهد ** بنگر اندر صلح خوانت چون نهد
  • Savaş âleminde sana böyle bir devlet ve ülke ihsan eden, bir gör de bak, sulhta ülkene nasıl bir sofra kurar!
  • آن کرم که اندر جفا آنهات داد ** در وفا بنگر چه باشد افتقاد
  • Keremiyle cefa zamanında onları veren, vefa zamanında seni nasıl görüp gözetir, arayıp yoklar, bir bak da gör!