English    Türkçe    فارسی   

6
2132-2181

  • لیک یک یک را خدا محسوس کرد  ** تا که بیند نیز او که نیست مرد 
  • Fakat adam olmayan da görsün diye Tanrı, onları bir bir baş gözüne de gösterir.
  • دیدش از دور و بخندید آن خدیو  ** گفت آن را مشنو ای مفتون دیو 
  • O padişah, dervişi uzaktan görüp güldü. Sakın dedi, aldanma, şeytanı dinleme.
  • از ضمیر او بدانست آن جلیل  ** هم ز نور دل بلی نعم الدلیل 
  • O ulu şeyh, gönlünün nuru ile dervişin içinden geçeni bildi. O nur, ne güzel bir delildir.
  • خواند بر وی یک به یک آن ذوفنون  ** آنچ در ره رفت بر وی تا کنون  2135
  • O hünerli zat, dervişin yola düşmesinden o ana kadar aklından geçenleri bir bir söyledi.
  • بعد از آن در مشکل انکار زن  ** بر گشاد آن خوش‌سراینده دهن 
  • Ondan sonra o güzel güzel çileyip şakıyan zat, kadını kınaması hususunda da ağzını açıp,
  • کان تحمل از هوای نفس نیست  ** آن خیال نفس تست آنجا مه‌ایست 
  • Dedi ki: O tahammül, nefis havasında değildir. Bu zan senin nefsinin havasıdır, orada durma!
  • گرنه صبرم می‌کشیدی بار زن  ** کی کشیدی شیر نر بیگار من 
  • Ben sabredip bu kadının yükünü çekmeseydim aslan, benim yükümü çeker miydi hiç?
  • اشتران بختییم اندر سبق  ** مست و بی‌خود زیر محملهای حق 
  • Ben de Tanrı yükünün altında kendinden geçmiş sarhoş ve köpürmüş bir deveyim.
  • من نیم در امر و فرمان نیم‌خام  ** تا بیندیشم من از تشنیع عام  2140
  • Onun buyruğunda yarı ham bile değilim ki halkın kınaması, yermesini düşüneyim.
  • عام ما و خاص ما فرمان اوست  ** جان ما بر رو دوان جویان اوست 
  • Bizim geri kalanımızda onun buyruğudur, ileri gidenimizde. Canımız yüz üstü koşarak onu aramadadır.
  • فردی ما جفتی ما نه از هواست  ** جان ما چون مهره در دست خداست 
  • Bizim tekliğimiz, çiftliğimiz, hava ve hevesten değildir. Canımız, mühre gibi Tanrı elindedir.
  • ناز آن ابله کشیم و صد چو او  ** نه ز عشق رنگ و نه سودای بو 
  • O ahmağın nazını da çekeriz, onun gibi yüzlercesinin nazını da. Bu, renk aşkından, koku sevdasından değildir.
  • این قدر خود درس شاگردان ماست  ** کر و فر ملحمه‌ی ما تا کجاست 
  • Bu kaza ve kader, bizim dersimizin talebeleridir. Artık savaşımızın debdebesi nereye varır, bir düşün.
  • تا کجا آنجا که جا را راه نیست  ** جز سنابرق مه الله نیست  2145
  • Nereye mi varır? Yere bile yol olmayan bir yere. Işığı, gözleri alan Tanrı ayına ancak!
  • از همه اوهام و تصویرات دور  ** نور نور نور نور نور نور 
  • O nur, bütün vehimlerden ve tasavvurlardan uzak olan nurun nurunun nurunun nurunun nurudur!
  • بهر تو ار پست کردم گفت و گو  ** تا بسازی با رفیق زشت‌خو 
  • Dedikoduyu senin için aşağılattım. İbret al da kötü huylu arkadaşla arkadaş ol, uzlaş.
  • تا کشی خندان و خوش بار حرج  ** از پی الصبر مفتاح الفرج 
  • “Sabır, sıkıntının anahtarıdır” sırrına ermek için gülerek hoşlanarak onun derdini çek.
  • چون بسازی با خسی این خسان  ** گردی اندر نور سنتها رسان 
  • Bu aşağılık kişilerin aşağılığını çekersen sünnetlerin nuruna ulaşırsın.
  • که انبیا رنج خسان بس دیده‌اند  ** از چنین ماران بسی پیچیده‌اند  2150
  • Peygamberler aşağılık adamların zahmetlerini çok çektiler. Bu çeşit yılanlardan nice ıstıraplara uğradılar.
  • چون مراد و حکم یزدان غفور  ** بود در قدمت تجلی و ظهور 
  • Yargılayan Tanrı’ nın muradı, hükmü, ta ezelden tecelli ve zuhur etmekti.
  • بی ز ضدی ضد را نتوان نمود  ** وان شه بی‌مثل را ضدی نبود 
  • Zıddı olmadıkça bir şey görünemez. O misli olmayan padişahın zıddı yoktur.
  • حکمت در انی جاعل فی الارض خلیفة 
  • “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” âyetindeki hikmet
  • پس خلیفه ساخت صاحب‌سینه‌ای  ** تا بود شاهیش را آیینه‌ای 
  • Bunun için padişahlığına ayna olmak üzere bir gönül sahibini halife edindi.
  • بس صفای بی‌حدودش داد او  ** وانگه از ظلمت ضدش بنهاد او 
  • Ona hadsiz, hesapsız arılığını ihsan etti, ondan sonra karanlıklardan da ona bir zıt verdi.
  • دو علم بر ساخت اسپید و سیاه  ** آن یکی آدم دگر ابلیس راه  2155
  • Ak ve kara iki bayrak dikti. Birisi Âdem’di bunların öbürü yol kesen İblis.
  • در میان آن دو لشکرگاه زفت  ** چالش و پیکار آنچ رفت رفت 
  • O iki büyük ordu arasında savaşlar oldu, geldi geçti.
  • هم‌چنان دور دوم هابیل شد  ** ضد نور پاک او قابیل شد 
  • İkinci devre Habil geldi, onun pak nurunun zıddı Kaabil oldu.
  • هم‌چنان این دو علم از عدل و جور  ** تا به نمرود آمد اندر دور دور 
  • Adalet ve zulümden ibaret olan bu iki bayrak, böylece devir devir, Nemrud’a kadar geldi dayandı.
  • ضد ابراهیم گشت و خصم او  ** وآن دو لشکر کین‌گزار و جنگ‌جو 
  • O, İbrahim’in zıddı ve düşmanı oldu. O iki ordu birbirine kin güttü, savaştı durdu.
  • چون درازی جنگ آمد ناخوشش  ** فیصل آن هر دو آمد آتشش  2160
  • Savaşın uzamasından hoşlanmayınca ikisinin arasını ateş ayırdı.
  • پس حکم کرد آتشی را و نکر  ** تا شود حل مشکل آن دو نفر 
  • O iki taifenin müşkülü halledilsin diye ateşi, azabı hakem yaptı.
  • دور دور و قرن قرن این دو فریق  ** تا به فرعون و به موسی شفیق 
  • Devir devir zaman zaman bu iki fırka, Firavunla esirgeyici Musa’nın zamanına kadar
  • سالها اندر میانشان حرب بود  ** چون ز حد رفت و ملولی می‌فزود 
  • Yıllarca savaştı. Aralarındaki savaş bitmedi tükenmedi. Bu iş, haddi aşıp usanç verince de
  • آب دریا را حکم سازید حق  ** تا که ماند کی برد زین دو سبق 
  • Tanrı, denizi hakem yaptı; bakalım hangisi öndülü alacak dedi.
  • هم‌چنان تا دور و طور مصطفی  ** با ابوجهل آن سپهدار جفا  2165
  • Mustafa’nın devrine, onun zuhuruna kadar bu böyle gitti. O zuhur edince Ebucehil’le o cefa askerinin başbuğuyla savaştı.
  • هم نکر سازید از بهر ثمود  ** صیحه‌ای که جانشان را در ربود 
  • Tanrı, Semud kavmi için, bir haykırış hizmetkâr tuttu, onların canlarını alıverdi.
  • هم نکر سازید بهر قوم عاد  ** زود خیزی تیزرو یعنی که باد 
  • Âd kavmi için tez kalkan ve hızlı giden bir hizmetkârı tuttu, yeli kullandı.
  • هم نکر سازید بر قارون ز کین  ** در حلیمی این زمین پوشید کین 
  • Kaarun’un halini de bildi, onu defetmek için de yeryüzünü kullandı. Yer, halim olmakla beraber ona kinlendi, onu yuttu.
  • تا حلیمی زمین شد جمله قهر  ** برد قارون را و گنجش را به قعر 
  • Yerin halimliği âdeta kahroldu da Kaarun’u da dibine kadar sömürdü, hazinesini de.
  • لقمه‌ای را که ستون این تنست  ** دفع تیغ جوع نان چون جوشنست  2170
  • Bu bedenin direği lokmadır. Açlık kılıcına karşı ekmek, bir zırhtır.
  • چونک حق قهری نهد در نان تو  ** چون خناق آن نان بگیرد در گلو 
  • Öyle olduğu halde Tanrı, senin ekmeğine bir kahır mayası kodu mu o ekmek boğaz illeti gibi kursağında durur, boğazını sıkar, seni öldürür.
  • این لباسی که ز سرما شد مجیر  ** حق دهد او را مزاج زمهریر 
  • Seni soğuktan koruyan şu elbiseye Tanrı, zemheri mizacını verir.
  • تا شود بر تنت این جبه‌ی شگرف  ** سرد هم‌چون یخ گزنده هم‌چو برف 
  • Bu güzelim cüppe buz gibi soğuk olur, kar gibi ziyan verir.
  • تا گریزی از وشق هم از حریر  ** زو پناه آری به سوی زمهریر 
  • Kürkten de kaçarsın, ipekli elbisenden de. Ondan kaçar zemheriye sığınırsın.
  • تو دو قله نیستی یک قله‌ای  ** غافل از قصه‌ی عذاب ظله‌ای  2175
  • Sen iki dağ tepesi değilsin,bir dağ tepesisin, yalın kat bir adamsın sen. Zelle azabından gaafilsin.
  • امر حق آمد به شهرستان و ده  ** خانه و دیوار را سایه مده 
  • Şehire, köye Tanrı emri geldi: Eve, duvara, onlara gölge verme,
  • مانع باران مباش و آفتاب  ** تا بدان مرسل شدند امت شتاب 
  • Yağmura, güneşe mâni olma dendi. Bu suretle o ümmet peygamberlerinin yanına koştular.
  • که بمردیم اغلب ای مهتر امان  ** باقیش از دفتر تفسیر خوان 
  • Ey ulu kişi dediler, çoğumuz öldük. Artık arkasını tefsirden oku.
  • چون عصا را مار کرد آن چست‌دست  ** گر ترا عقلیست آن نکته بس است 
  • O eli sopalı er, sopayı yılan yaptı. Aklın varsa bu nükte sana yeter.
  • تو نظر داری ولیک امعانش نیست  ** چشمه‌ی افسرده است و کرده ایست  2180
  • Gözün var ama anlayışın yok. Âdeta donmuş bir kaynak, bir et parçası.
  • زین همی گوید نگارنده‌ی فکر  ** که بکن ای بنده امعان نظر 
  • Bunun içindir ki düşünceleri meydana getiren, bezeyen Tanrı, ey kul, anlayışlı bir surette bak demektedir.