English    Türkçe    فارسی   

2
834-843

  • یا مکانی در میان تا آن هوا ** می‏شود سوزان و می‏آرد بما
  • Yahut da ortada bir yer gerektir ki hava ısınsın, kızsın da harareti suya müessir olsun.
  • پس فقیر آن است کاو بی‏واسطه ست ** شعله‏ها را با وجودش رابطه ست‏ 835
  • Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
  • پس دل عالم وی است ایرا که تن ** می‏رسد از واسطه‏ی این دل به فن‏
  • Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
  • دل نباشد، تن چه داند گفت‏وگو ** دل نجوید، تن چه داند جستجو
  • Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
  • پس نظرگاه شعاع آن آهن است ** پس نظرگاه خدا دل نی تن است‏
  • Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Allah’ın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
  • باز این دلهای جزوی چون تن است ** با دل صاحب دلی کاو معدن است‏
  • Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir.
  • بس مثال و شرح خواهد این کلام ** لیک ترسم تا نلغزد وهم عام‏ 840
  • Bu söz, çok misal ister, çok şerh ve izah ister. Fakat avamın anlayışı sürçer diye korkuyorum.
  • تا نگردد نیکویی ما بدی ** اینکه گفتم هم نبد جز بی‏خودی‏
  • Bu suretle iyiliğimiz kötülük olmasın. İyilik yapıyoruz diye kötülükte bulunmayalım, bu söylediğim de ancak kendimde olmadığından, ihtiyarım elimde bulunmadığından.
  • پای کج را کفش کج بهتر بود ** مر گدا را دستگه بر در بود
  • Çarpık ayağa çarpık ayakkabı daha iyi, yoksulun eli ancak kapıya varır.
  • امتحان پادشاه به آن دو غلام که نو خریده بود
  • Padişahın, yeni aldığı iki köleyi sınaması
  • پادشاهی دو غلام ارزان خرید ** با یکی ز آن دو سخن گفت و شنید
  • Bir padişah ucuza iki köle satın aldı. Onlardan birisiyle bir iki söz konuştu.