English    Türkçe    فارسی   

2
513-537

  • Tehdit için söyleyeceğimiz şu hikâyeyi duy da taklidin zararını bil!
  • بشنو این قصه پی تهدید را ** تا بدانی آفت تقلید را
  • Sofilerin, sema için konuğun eşeğini satmaları
  • فروختن صوفیان بهیمه‏ی مسافر را جهت سماع
  • Bir sofi yoldan gelip bir tekkeye misafir oldu. Eşeğini götürüp ahıra çekti.
  • صوفیی در خانقاه از ره رسید ** مرکب خود برد و در آخر کشید
  • Eliyle sucağızını, yemceğizini verdi. Bundan önce söylediğimiz hikâyedeki gibi yapmadı. 515
  • آب کش داد و علف از دست خویش ** نه چنان صوفی که ما گفتیم پیش‏
  • İhtiyatlı davrandı, fakat kaza gelince ihtiyatın ne faydası olur?
  • احتیاطش کرد از سهو و خباط ** چون قضا آید چه سود است احتیاط
  • Sofiler, yok, yoksul kişilerdi. Yoksulluk, az kala helâk edici bir küfür ola yazdı.
  • صوفیان در جوع بودند و فقیر ** کاد فقر أن یعی کفرا یبیر
  • Ey zengin, sen toksun, sakın o dertli yoksulun aykırı hareketine gülme!
  • ای توانگر که تو سیری هین مخند ** بر کجی آن فقیر دردمند
  • O sofiler, acizlikten umumiyetle birleşip merkebi satmaya karar verdiler.
  • از سر تقصیر آن صوفی رمه ** خر فروشی در گرفتند آن همه‏
  • Zarurette murdar da mubahtır. Nice kötü şeyler vardır ki zarurette iyi ve doğru olur. 520
  • کز ضرورت هست مرداری مباح ** بس فسادی کز ضرورت شد صلاح‏
  • Hemencecik o eşekceğizi sattılar, yiyecek aldılar. Mumlar yaktılar.
  • هم در آن دم آن خرک بفروختند ** لوت آوردند و شمع افروختند
  • Tekkeye, bu gece yemek var, sema var diye bir velveledir düştü.
  • ولوله افتاد اندر خانقه ** کامشبان لوت و سماع است و شره‏
  • “Bu sabır niceye dek, bu üç günlük oruç ne vakte kadar, bu zembil taşıyıp dilenme ne zamana sürüp gidecek?
  • چند از این صبر و از این سه روزه چند ** چند از این زنبیل و این دریوزه چند
  • Biz de halktanız, bizim de canımız var. Bu gece devlete erdik, konuk geldi” dediler.
  • ما هم از خلقیم و جان داریم ما ** دولت امشب میهمان داریم ما
  • Hakikatte can olmayanı can sandıkları için batıl tohum ektiler. 525
  • تخم باطل را از آن می‏کاشتند ** کان که آن جان نیست جان پنداشتند
  • O konuk da uzak yoldan gelmiş, yorulmuştu. O iltifatı,
  • و آن مسافر نیز از راه دراز ** خسته بود و دید آن اقبال و ناز
  • Sofilerin kendisini birer, birer ağırladığını, güzel bir surette izzet ve ikram tavlasını oynamakta bulunduklarını,
  • صوفیانش یک به یک بنواختند ** نرد خدمتهای خوش می‏باختند
  • Kendisine olan meyil ve muhabbetlerini görünce “ Bu gece eğlenmeyeyim de ne vakit eğleneyim?” dedi.
  • گفت چون می‏دید میلانشان به وی ** گر طرب امشب نخواهم کرد کی‏
  • Yemek yediler sema’ya başladılar. Tekke, tavanına kadar toza, dumana boğuldu.
  • لوت خوردند و سماع آغاز کرد ** خانقه تا سقف شد پر دود و گرد
  • Bir taraftan mutfaktan çıkan duman, bir taraftan o ayak vurmadan çıkan toz, bir taraftan sofilerin iştiyak ve vecitle canlarıyla oynamaları ortalığı birbirine katmıştı. 530
  • دود مطبخ گرد آن پا کوفتن ** ز اشتیاق و وجد جان آشوفتن‏
  • Gâh el çırparak ayak vuruyorlar, gâh secde ederek yeri süpürüyorlardı.
  • گاه دست افشان قدم می‏کوفتند ** گه به سجده صفه را می‏روفتند
  • Dünyada tamahsız sofi az bulunur. O sebepten sofi hayli hor, hakirdir.
  • دیر یابد صوفی آز از روزگار ** ز آن سبب صوفی بود بسیار خوار
  • Ancak Allah nuruyla doyan ve dilenme zilletinden kurtulmuş olan sofi, bundan müstesnadır.
  • جز مگر آن صوفیی کز نور حق ** سیر خورد او فارغ است از ننگ دق‏
  • Fakat sofilerin binde biri bu çeşit sofilerdendir. Öbürleri de onun sayesinde yaşarlar.
  • از هزاران اندکی زین صوفیند ** باقیان در دولت او می‏زیند
  • Sema, baştan sona doğru varınca çalgıcı bir Yörük semai usulünce taganniye başladı. 535
  • چون سماع آمد از اول تا کران ** مطرب آغازید یک ضرب گران‏
  • “ Eşek gitti, eşek gitti”, demeye koyuldu. Bu hararetli usule hepsi uyup,
  • خر برفت و خر برفت آغاز کرد ** زین حراره جمله را انباز کرد
  • Bu şevkle seher çağına kadar ayak vurup el çırparak “Ey oğul, eşek gitti, eşek gitti” dediler.
  • زین حراره پای کوبان تا سحر ** کف‏زنان خر رفت و خر رفت ای پسر