English    Türkçe    فارسی   

3
983-1007

  • Siz de her duygunuzu istidatlı bir hâle getirin de her yanda adamakıllı onu araştırın.
  • هر حس خود را درین جستن بجد ** هر طرف رانید شکل مستعد
  • Allah, “Allah lütfundan meyus olmayın, ümit kesmeyin” dedi. Çocuğunu kaybetmiş Yakup gibi sen de bucak bucak yürü.
  • گفت از روح خدا لا تیاسوا ** همچو گم کرده پسر رو سو بسو
  • Onu ağzınla sorup soruşturun. Dört yana kulak verip onu araştırın! 985
  • از ره حس دهان پرسان شوید ** گوش را بر چار راه آن نهید
  • Nereden bir güzel koku alırsan koklayın. Ne taraftan o âşinanın kokusunu alırsanız o tarafa yürüyün!
  • هر کجا بوی خوش آید بو برید ** سوی آن سر کاشنای آن سرید
  • Nerede bir kişiden lütuf görürsen o adama mukayyet ol… Belki o lütfun aslına yol bulursun, olur ya!
  • هر کجا لطفی ببینی از کسی ** سوی اصل لطف ره یابی عسی
  • Bütün bu hoşluklar, ulu bir denizdendir. Sen cüzü bırak da külle dön.
  • این همه خوشها ز دریاییست ژرف ** جزو را بگذار و بر کل دار طرف
  • Halkın savaşları hep güzellik içindir, hep iyilik içindir. Fakat yoksulluk azığı yok mu, asıl saadet nişanesi odur.
  • جنگهای خلق بهر خوبیست ** برگ بی برگی نشان طوبیست
  • Halkın kızışları sulh içindir ama rahata ulaşma tuzağı, daima rahatsızlıktır, zahmetle rahata ulaşılır. 990
  • خشمهای خلق بهر آشتیست ** دام راحت دایما بی‌راحتیست
  • Her sille, okşamak içindir... Her şikâyet, insana şükretmeyi andırır.
  • هر زدن بهر نوازش را بود ** هر گله از شکر آگه می‌کند
  • Ey kerem sahibi, cüzden kül kokusunu al… Ey hakîm, zıttan zıddı istidlâl et!
  • بوی بر از جزو تا کل ای کریم ** بوی بر از ضد تا ضد ای حکیم
  • Doğrusu savaşlar, barışa sebep olur. Yılancı da kim için yılan aradı.
  • جنگها می آشتی آرد درست ** مار گیر از بهر یاری مار جست
  • İnsan, geçim için, rahatlık için yılan arar, gamdan kurtulmak için gam yiyip durur.
  • بهر یاری مار جوید آدمی ** غم خورد بهر حریف بی‌غمی
  • O da o karda, kışta dağları dönüp dolaşmakta, iri bir yılan arayıp durmaktaydı. 995
  • او همی‌جستی یکی ماری شگرف ** گرد کوهستان و در ایام برف
  • Derken bir dağda iri bir ölmüş yılan gördü. Şekli bile gönlünü dehşetle dolduruyordu.
  • اژدهایی مرده دید آنجا عظیم ** که دلش از شکل او شد پر ز بیم
  • Yılancı, o şiddetli kış mevsiminde yılan ararken o koskoca ölü ejderhayı gördü.
  • مارگیر اندر زمستان شدید ** مار می‌جست اژدهایی مرده دید
  • Yılancı, halkı hayretlere düşürmek için yılan tutar. İşte sana halkın bilgisizliği!
  • مارگیر از بهر حیرانی خلق ** مار گیرد اینت نادانی خلق
  • İnsan, bir dağa benzer, dağ nasıl aldanır, nasıl olur da bir yılana hayran olur?
  • آدمی کوهیست چون مفتون شود ** کوه اندر مار حیران چون شود
  • Yoksul âdemoğlu kendisini tanımadı, bilmedi, fazilet makamından gelip bu noksan âlemine düşüverdi. 1000
  • خویشتن نشناخت مسکین آدمی ** از فزونی آمد و شد در کمی
  • İnsan kendisini ucuz sattı. Atlastı, kendini bir hırkaya yamadı gitti!
  • خویشتن را آدمی ارزان فروخت ** بود اطلس خویش بر دلقی بدوخت
  • Yüz binlerce yılan ve dağ, ona hayranken o, niçin hayretlere düştü, yılan sevdasına kapıldı?
  • صد هزاران مار و که حیران اوست ** او چرا حیران شدست و ماردوست
  • Yılancı, o ejderhayı tutup, halkı hayrete düşürmek için Bağdat’a geldi.
  • مارگیر آن اژدها را بر گرفت ** سوی بغداد آمد از بهر شگفت
  • Birkaç para elde etmek için o çadır direği gibi ejderhayı çekip sürükledi.
  • اژدهایی چون ستون خانه‌ای ** می‌کشیدش از پی دانگانه‌ای
  • “Ölü bir ejderha getirdim. Avlamak için ne zahmetler çektin” diyordu. 1005
  • کاژدهای مرده‌ای آورده‌ام ** در شکارش من جگرها خورده‌ام
  • O, ejderhayı ölü sanıyordu. Fakat iyi dikkat etmemişti. Ejderha diriydi.
  • او همی مرده گمان بردش ولیک ** زنده بود و او ندیدش نیک نیک
  • Kıştan, soğuktan donmuştu. Diriydi ama ölü gibi görünüyordu.
  • او ز سرماها و برف افسرده بود ** زنده بود و شکل مرده می‌نمود