English    Türkçe    فارسی   

5
2408-2432

  • Kervan halkı gelip onu yakaladılar. O ulu er, mahsustan hiçbir şey söylemedi.
  • آمدند و دست بر وی می‌زدند  ** قاصدا چیزی نگفت آن ارجمند 
  • Ne vücudunu oynattı, ne başını. Ne de gözünü açtı.
  • هم نجنبید و نجنبانید سر  ** وا نکرد از امتحان هم او بصر 
  • Bunun üzerine bu zavallı zayıf, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler. 2410
  • پس بگفتند این ضعیف بی‌مراد  ** از مجاعت سکته اندر اوفتاد 
  • Ekmek ve bir kap içinde yemek getirdiler. Boğazına dökmek istediler.
  • نان بیاوردند و در دیگی طعام  ** تا بریزندش به حلقوم و به کام 
  • Zahit, rızkın, insana çaresiz yetişip geleceği hakkındaki sözü iyice anlamak için inadına dişlerini sıktı.
  • پس بقاصد مرد دندان سخت کرد  ** تا ببیند صدق آن میعاد مرد 
  • Kervan halkı acıdılar. Bu zavallı, tamamiyle bitmiş, açlıktan ölüm haline gelmiş dediler.
  • رحمشان آمد که این بس بی‌نواست  ** وز مجاعت هالک مرگ و فناست 
  • Koşup bıçak getirdiler, ağzına dayayıp dişlerini zorla açtılar.
  • کارد آوردند قوم اشتافتند  ** بسته دندانهاش را بشکافتند 
  • Ağzına çorba döktüler, ekmek parçaları tıktılar. 2415
  • ریختند اندر دهانش شوربا  ** می‌فشردند اندرو نان‌پاره‌ها 
  • Adam dedi ki: Gönül, susuyorsun ama sırrı biliyorsun da kendini naza çekiyorsun.
  • گفت ای دل گرچه خود تن می‌زنی  ** راز می‌دانی و نازی می‌کنی 
  • Gönlü cevap verdi. Biliyorum ki canıma da rızık veren Tanrıdır, tenime de. Bunu da mahsustan yapıyorum.
  • گفت دل دانم و قاصد می‌کنم  ** رازق الله است بر جان و تنم 
  • Bundan fazla sınama, deneme olur mu? Rızık, sabredenlere ne güzel yetişiyor bak.
  • امتحان زین بیشتر خود چون بود  ** رزق سوی صابران خوش می‌رود 
  • Tilkinin eşeğe cevap vermesi ve onu kazanca teşvik etmesi
  • جواب دادن روبه خر را و تحریض کردن او خر را بر کسب 
  • Tilki dedi ki: Bu hikâyeleri bırak da az bile olsa elini kazanca at!
  • گفت روبه این حکایت را بهل  ** دستها بر کسب زن جهد المقل 
  • Tanrı sana el vermiştir, bir iş yap. Kazan da bir dosta da yardımda bulun. 2420
  • دست دادستت خدا کاری بکن  ** مکسبی کن یاری یاری بکن 
  • Herkes, bir kazanca yürümüş, başka dostlarına da, yardım ediyor.
  • هر کسی در مکسبی پا می‌نهد  ** یاری یاران دیگر می‌کند 
  • Bütün kazancı bir kişi elde edemez. Bir kişi, hem dülger, hem saka, hem terzi olamaz ya.
  • زانک جمله کسب ناید از یکی  ** هم دروگر هم سقا هم حایکی 
  • Âlemin kararı böyledir. Herkes, yoksulluğundan bir işe sarılmıştır.
  • این بهنبازیست عالم بر قرار  ** هر کسی کاری گزیند ز افتقار 
  • Ortada bedava yemek şart değildir. Sünnet olan yol, iş işlemek ve bir şey kazanmaktır.
  • طبل‌خواری در میانه شرط نیست  ** راه سنت کار و مکسب کردنیست 
  • Eşeğin, tilkiye Tanrı'ya dayanmak kazançların en iyisidir. Çünkü herkes ona muhtaçtır. Herkes, yarabbi, bana bu işi rasgetir diye dua eder. Duada Tanrı'ya dayanma vardır. Tanrı'ya dayanmak, öyle bir kazançtır ki bu kazancı elde edenin, başka hiç bir kazanca ihtiyacı yoktur ve saire diye cevap vermesi
  • جواب گفتن خر روباه را کی توکل بهترین کسبهاست کی هر کسبی محتاجست به توکل کی ای خدا این کار مرا راست آر و دعا متضمن توکلست و توکل کسبی است کی به هیچ کسبی دیگر محتاج نیست الی آخره 
  • Eşek dedi ki: Ben Tanrı'ya dayanmadan daha iyi bir kâr bilmiyorum. İki âlemde de en iyi kazanç budur. 2425
  • گفت من به از توکل بر ربی  ** می‌ندانم در دو عالم مکسبی 
  • Ona şükretme kazancının eşini göremiyorum. Tanrıya şükür, rızkı artırır.
  • کسب شکرش را نمی‌دانم ندید  ** تا کشد رزق خدا رزق و مزید 
  • Aralarındaki bahis uzadı. Nihayet sualden de kaldılar, cevaptan da.
  • بحثشان بسیار شد اندر خطاب  ** مانده گشتند از سال و از جواب 
  • Tilki, bundan sonra ona "Nefislerinizi, ellerinizle tehlikeye atmayın" emrini söyledi.
  • بعد از آن گفتش بدان در مملکه  ** نهی لا تلقوا بایدی تهلکه 
  • Kuru ve kayalık bir sahrada sabretmek ahmaklıktır. Tanrı'nın âlemi geniş.
  • صبر در صحرای خشک و سنگ‌لاخ  ** احمقی باشد جهان حق فراخ 
  • Buradan çayırlığa göç. Orada ırmak kenarında yeşil otlar otla. 2430
  • نقل کن زینجا به سوی مرغزار  ** می‌چر آنجا سبزه گرد جویبار 
  • Cennet gibi yemyeşil bir çayırlık. Orada yeşillikler bitmiş, ta bele kadar büyümüş.
  • مرغزاری سبز مانند جنان  ** سبزه رسته اندر آنجا تا میان 
  • Ne mutlu o hayvana ki oraya varır. Deve bile o yeşillikte kaybolur.
  • خرم آن حیوان که او آنجا شود  ** اشتر اندر سبزه ناپیدا شود