English    Türkçe    فارسی   

3
4402-4451

  • Âlemde her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini ister. Kehlibar nasıl saman çöpünü çekerse her cüz’ü de muhakkak kendi çiftini çeker.
  • هست هر جزوی ز عالم جفت‌خواه ** راست همچون کهربا و برگ کاه
  • Gökyüzü yere merhaba der, demirle mıknatıs nasılsa ben de seninle öyleyim.
  • آسمان گوید زمین را مرحبا ** با توم چون آهن و آهن‌ربا
  • Gökyüzü aklen erkektir, yer kadın. Onun verdiğini bu, besler, yetiştirir.
  • آسمان مرد و زمین زن در خرد ** هرچه آن انداخت این می‌پرورد
  • Yerin harareti kalmadı mı gök hararet yollar… Rutubeti bitti mi rutubet verir. 4405
  • چون نماند گرمیش بفرستد او ** چون نماند تری و نم بدهد او
  • Gökyüzünde bulunan ve toprağa mensup olan burç, yere yardım eder… Suya mensup burç, yere rutubet verir, yeri terü taze bir hale sokar.
  • برج خاکی خاک ارضی را مدد ** برج آبی تریش اندر دمد
  • Yele mensup burç yele bulutları sevk eder, yerdeki buharları ufunetleri çeker alır.
  • برج بادی ابر سوی او برد ** تا بخارات وخم را بر کشد
  • Ateş burcu da güneşe hararet verir… Güneşin önü de, ardı da o burçtan kızmış, tava gibi kızarmıştır.
  • برج آتش گرمی خورشید ازو ** همچو تابه‌ی سرخ ز آتش پشت و رو
  • Kadına nail olmak için kazancının etrafında dönüp dolaşan erkek gibi felek de zamane de dönüp dolaşmaktadır.
  • هست سرگردان فلک اندر زمن ** همچو مردان گرد مکسب بهر زن
  • Bu yeryüzü, hanımlıklar etmekte, doğurduğu çocukları emzirip yetiştirmektedir. 4410
  • وین زمین کدبانویها می‌کند ** بر ولادات و رضاعش می‌تند
  • Şu halde yerle göğün de aklı var; böylece bil. Çünkü akıllıların işlerini işliyorlar.
  • پس زمین و چرخ را دان هوشمند ** چونک کار هوشمندان می‌کنند
  • Bu iki güzel, birbirlerinden süt emmeseler, birbirlerini sevip koçmasalar nasıl olur da birbirlerinin muradına dolanırlardı?
  • گر نه از هم این دو دلبر می‌مزند ** پس چرا چون جفت در هم می‌خزند
  • Yer olmasa güller, erguvanlar nasıl biter, gökyüzünün suyu, harareti olmasa yerden ne hâsıl olur?
  • بی زمین کی گل بروید و ارغوان ** پس چه زاید ز آب و تاب آسمان
  • Dişinin erkeğe meyli, ikisinin de işi tamamlansın diyedir.
  • بهر آن میلست در ماده به نر ** تا بود تکمیل کار همدگر
  • Bu birlikte âlem baka bulsun diye Allah erkekle kadına da birbirlerine karşı bir meyil verdi. 4415
  • میل اندر مرد و زن حق زان نهاد ** تا بقا یابد جهان زین اتحاد
  • Her cüz’e de, diğer bir cüz’e meyil verdi… İkisinin birleşmesinden bir şey doğar, bir şey vücut bulur.
  • میل هر جزوی به جزوی هم نهد ** ز اتحاد هر دو تولیدی زهد
  • Gece de böylece gündüzle sarmaş dolaş olmuştur. Geceyle gündüz, sureta birbirlerine aykırıdır ama hakikatte birdir.
  • شب چنین با روز اندر اعتناق ** مختلف در صورت اما اتفاق
  • Geceyle gündüz görünüşte birbirine zıttır, düşmandır; fakat her ikisi de bir hakikatin etrafında dönmekte, ağ kurmaktadır.
  • روز و شب ظاهر دو ضد و دشمنند ** لیک هر دو یک حقیقت می‌تنند
  • İşini gücünü başarıp tamamlamak için her biri, canciğer gibi öbürünü ister.
  • هر یکی خواهان دگر را همچو خویش ** از پی تکمیل فعل و کار خویش
  • Çünkü gece olmayınca insanın geliri, kuvveti olmaz… bu gelir olmayınca da gündüzler neyi harceder? 4420
  • زانک بی شب دخل نبود طبع را ** پس چه اندر خرج آرد روزها
  • İnsanın vücudunda, kendi cinsinden başka bir şeyle hapsedilmiş olan unsurların kendi cinslerini çekmeleri
  • جذب هر عنصری جنس خود را کی در ترکیب آدمی محتبس شده است به غیر جنس
  • Toprak, bedenin toprağına “Dön geri, canı bırak, toz gibi bize gel.
  • خاک گوید خاک تن را باز گرد ** ترک جان کن سوی ما آ همچو گرد
  • Sen, bizim cinsimizdensin, bedenden, o rutubetli yurttan kurtulup bize gelmen daha doğru” der.
  • جنس مایی پیش ما اولیتری ** به که زان تن وا رهی و زان تری
  • Beden de “Doğru… Ben de senin gibi ayrılıktan perişanım, fakat ayağım bağlı” diye cevap verir.
  • گوید آری لیک من پابسته‌ام ** گرچه همچون تو ز هجران خسته‌ام
  • Sular, “Ey yaşlı gurbetten gel, bize ulaş” diye bedenin yaşlığını aramakta.
  • تری تن را بجویند آبها ** کای تری باز آ ز غربت سوی ما
  • Esir, “Sen ateştensin… Aslına ulaşma yolunu tut” diye bedenin hararetini çağırıp durmaktadır. 4425
  • گرمی تن را همی‌خواند اثیر ** که ز ناری راه اصل خویش گیر
  • Unsurların ipsiz, halatsız çekişleri yüzünden bedende yetmiş iki türlü illet vardır.
  • هست هفتاد و دو علت در بدن ** از کششهای عناصر بی رسن
  • İllet, unsurlar, birbirlerini bıraksınlar diye bedeni koparıp dağıtmak üzere gelir.
  • علت آید تا بدن را بسکلد ** تا عناصر همدگر را وا هلد
  • Bu unsurlar ayakları bağlı dört kuştur. Ölüm, hastalık ve illet de onların ayak bağlarını çözer.
  • چار مرغ‌اند این عناصر بسته‌پا ** مرگ و رنجوری و علت پاگشا
  • Birbirlerine bağlı olan ayakları çözüldü, açıldı mı her unsur kuşu hemencecik uçuverir.
  • پایشان از همدگر چون باز کرد ** مرغ هر عنصر یقین پرواز کرد
  • Bu asıllarla feri’lerin birbirlerini çekişi yüzünden her an bedenimizde bir illet zuhur eder. 4430
  • جذبه‌ی این اصلها و فرعها ** هر دمی رنجی نهد در جسم ما
  • Kuşa benzeyen her cüz’ün aslına uçması için bu ulaşmayı bozup yırtmak ister
  • تا که این ترکیبها را بر درد ** مرغ هر جزوی به اصل خود پرد
  • Fakat Allah’ın hikmeti, bu aceleye mâni olur. Onları ecel gelinceye kadar sıhhat vasıtasıyla toplu tutar.
  • حکمت حق مانع آید زین عجل ** جمعشان دارد بصحت تا اجل
  • “Ey cüz’ler, daha ecel gelip görünmedi. Ecelden önce kanat çırpmanızda bir fayda yok” der.
  • گوید ای اجزا اجل مشهود نیست ** پر زدن پیش از اجلتان سود نیست
  • Her cüz’ü, kendi aslına arkadaş olmayı diler, ararsa ayrılıkta kalan bu garip canın hali ne olur. Var, sen kıyas et!
  • چونک هر جزوی بجوید ارتفاق ** چون بود جان غریب اندر فراق
  • Canın da ruhlar âlemine çekilmeyi dilemesi, onun da vatanına gitmeyi ve ayağının bağlayan şu cisme ait cüz’ülerden kurtulmayı istemesi
  • منجذب شدن جان نیز به عالم ارواح و تقاضای او و میل او به مقر خود و منقطع شدن از اجزای اجسام کی هم کنده‌ی پای باز روح‌اند
  • Can der ki: “Ey benim şu yeryüzüne mensup cüz’ülerim benim garipliğim sizin garipliğinizden daha acı… Ben, arşa mensubum.” 4435
  • گوید ای اجزای پست فرشیم ** غربت من تلختر من عرشیم
  • Tenin meyli, yeşilliğe, akarsuya… Çünkü aslı ondan.
  • میل تن در سبزه و آب روان ** زان بود که اصل او آمد از آن
  • Canın meyli ise diriliğe, diriye… Çünkü aslı Lâmekân’ın canı!
  • میل جان اندر حیات و در حی است ** زانک جان لامکان اصل وی است
  • Can, hikmete, bilgilere… Ten, bağa, bahçeye, üzüme meyleder.
  • میل جان در حکمتست و در علوم ** میل تن در باغ و راغست و کروم
  • Can, yücelmeye, yükselmeye can atar; ten, kazanca, ota, yiyeceğe, içeceğe!
  • میل جان اندر ترقی و شرف ** میل تن در کسب و اسباب علف
  • O yücelmenin aşkı, o yücelmenin meylide canadır. “Allah onları sever onlarda Allah’ı” ayetini bundan anla! 4440
  • میل و عشق آن شرف هم سوی جان ** زین یحب را و یحبون را بدان
  • Bunu anlatmaya kalkışsam sonu, ucu gelmez… Mesnevi’ye, daha böyle sekiz misli kâğıt bile yetişmez!
  • حاصل آنک هر که او طالب بود ** جان مطلوبش درو راغب بود
  • Hâsılı kim bir şey isterse istediği şey de ona rağbet eder.
  • گر بگویم شرح این بی حد شود ** مثنوی هشتاد تا کاغذ شود
  • İnsan, hayvan, nebat, cemat… Her şey, birbirine âşıktır. Bir adam, bir şeyi sevdi de muradı o oldu, başka bir şey dilemez bir hale geldi mi o muradı olan sevgilide muratsız hale gelen âşığına âşıktır.
  • آدمی حیوان نباتی و جماد ** هر مرادی عاشق هر بی‌مراد
  • Muratsız hale gelen âşıklar, bir murat etrafında döner, dolaşır, yalnız sevgililerini dilerler ama muratları, maksatları olan sevgililer de onları kendilerine çekip dururlar.
  • بی‌مرادان بر مرادی می‌تنند ** و آن مرادان جذب ایشان می‌کنند
  • Fakat âşıkların meyil ve muhabbetleri, âşıkları zayıf bir hale getirir… Maşukların meyil ve muhabbeti ise onları güzelleştirir, parlak bir hale sokar! 4445
  • لیک میل عاشقان لاغر کند ** میل معشوقان خوش و خوش‌فر کند
  • Sevgililerin aşkı onların yanaklarını parlatır; âşıkların aşkı, âşıkların canlarını yandırır!
  • عشق معشوقان دو رخ افروخته ** عشق عاشق جان او را سوخته
  • Kehlibar, niyazdan müstağni davranan bir âşıktır…o uzun yola düşen, o uzun yolda savaşansa saman çöpü!
  • کهربا عاشق به شکل بی‌نیاز ** کاه می‌کوشد در آن راه دراز
  • Bunu bırak… O susamış âşığın aşkı, Sadr-ı Cihan’ın gönlünde parladı.
  • این رها کن عشق آن تشنه‌دهان ** تافت اندر سینه‌ی صدر جهان
  • O aşkın, o ateşgedenin dumanı ona kadar vardı, gönlünü yumuşattı.
  • دود آن عشق و غم آتش‌کده ** رفته در مخدوم او مشفق شده
  • Fakat onu aramayı namusuna, kibrine yediremiyordu. 4450
  • لیکش از ناموس و بوش و آب رو ** شرم می‌آمد که وا جوید ازو
  • Merhameti, o yoksula müştak olmuştu; saltanat bu lütfa mâni oluyordu.
  • رحمتش مشتاق آن مسکین شده ** سلطنت زین لطف مانع آمده