-
گفت ای قومی به باطل زیسته ** وز شما من پیش حق بگریسته
- ”Ey bâtıl yolda yaşayan kavim! Ben sizin çevrinizden Tanrı’ya şikâyet etmiş ağlamıştım.
-
حق بگفته صبر کن بر جورشان ** پندشان ده بس نماند از دورشان
- Tanrı, bana “Onların eziyetlerine sabret; onlara nasihat ver. Zaten devirlerinden çok bir zaman kalmadı” demişti.
-
من بگفته پند شد بند از جفا ** شیر پند از مهر جوشد وز صفا
- Ben, “ Cefaları eziyetleri yüzünden onlara nasihat edemiyorum. Nasihat sütü sevgiden, sâflıktan coşup akar” demiştim.
-
بس که کردید از جفا بر جای من ** شیر پند افسرد در رگهای من
- Bana o kadar eziyetler ettiniz ki nasihat sütü damarlarımda dondu.
-
حق مرا گفته ترا لطفی دهم ** بر سر آن زخمها مرهم نهم 2550
- Tanrı, bana “Ben sana lûtuf ve inayet eder, o yaralara merhem koyarım” buyurdu.
-
صاف کرده حق دلم را چون سما ** روفته از خاطرم جور شما
- Hak, gönlümü gök gibi sâf bir hale getirdi. Gönlümden, sizin cefalarınızı sildi, süpürdü.
-
در نصیحت من شده بار دگر ** گفته امثال و سخنها چون شکر
- Yine size nasihatler vermeye, şeker gibi temsiller getirmeye , sözler söylemeye başladım.
-
شیر تازه از شکر انگیخته ** شیر و شهدی با سخن آمیخته
- Şekerden taze süt çıkarıp balla şekeri sözlerime katmaya, size tatlı tatlı öğütler vermeye koyuldum.
-
در شما چون زهر گشته آن سخن ** ز آن که زهرستان بدید از بیخ و بن
- O sözler, size zehir gibi tesir etti. Çünkü siz baştan aşağı zehir membaı, zehir madeniydiniz, zehirden ibarettiniz.
-
چون شوم غمگین که غم شد سر نگون ** غم شما بودید ای قوم حرون 2555
- Nasıl gamlanayım ki gam baş aşağı yuvarlanıp gitti. Ey inatçı kavim! Gam sizdiniz.
-
هیچ کس بر مرگ غم نوحه کند ** ریش سر چون شد کسی مو بر کند
- Gamın ölümüne ağlayıp feryat eden olur mu? Baştaki yara iyileşince bu yüzden saçını sakalını yolan bulunur mu?”
-
رو به خود کرد و بگفت ای نوحهگر ** نوحهات را مینیرزد آن نفر
- Salih, yüzünü kendine çevirip dedi ki: “Ey feryat eden, onlar feryat etmeye değmez!”
-
کژ مخوان ای راست خوانندهی مبین ** کیف آسی قل لقوم ظالمین
- Ey Kur’an’ı doğru okuyan! Eğri okuma. Zâlim kavmin ardından nasıl yas tutayım?
-
باز اندر چشم و دل او گریه یافت ** رحمتی بیعلتی در وی بتافت
- Fakat yine gözünden, gönlünden yaşlar akmaya başladı. Onda sebepsiz bir merhamet hâsıl oldu.
-
قطره میبارید و حیران گشته بود ** قطرهی بیعلت از دریای جود 2560
- Gözyaşı damarları (yağmur gibi) yağmaktaydı, kendisi de şaşırmıştı. Bu katralar, cömertlik ve kerem denizinin sebepsiz akan katralarıydı.
-
عقل او میگفت کین گریه ز چیست ** بر چنان افسوسیان شاید گریست
- O ağlarken aklı diyordu ki: “Bu ağlama neden? Seninle eğlenen o çeşit bir kavme ağlamak reva mı?
-
بر چه میگریی بگو بر فعلشان ** بر سپاه کینه توز بدنشان
- Neye ağlıyorsun, söyle. Yaptıkları işlere mi? O gidişleri kötü kin askerine mi?
-
بر دل تاریک پر زنگارشان ** بر زبان زهر همچون مارشان
- Onların paslı karanlık gönüllerine mi, yılan gibi zehirli dillerine mi?
-
بر دم و دندان سگسارانهشان ** بر دهان و چشم کژدم خانهشان
- Onların Segsar’larınkine benzeyen nefes ve dişlerine mi? Akrep yatağı olan ağız ve gözlerine mi?
-
بر ستیز و تسخر و افسوسشان ** شکر کن چون کرد حق محبوسشان 2565
- İnatlarına mı, alaylarına mı, kınamalarına mı? Şükret; bak, Tanrı onları nasıl hapsetti, helâk eyledi!
-
دستشان کژ پایشان کژ چشم کژ ** مهرشان کژ صلحشان کژ خشم کژ
- Elleri eğri, ayakları eğri, gözleri eğri, bakışları eğri, savaşları eğri, öfkeleri eğri...
-
از پی تقلید و معقولات نقل ** پا نهاده بر جمال پیر عقل
- Onlar, geçmişleri taklit edip naklettikleri reylere uyduklarından bu akıl pîrinin başına ayak bastılar.
-
پیر خر نی جمله گشته پیر خر ** از ریای چشم و گوش همدگر
- Birbirlerine görünmek ve duyulmak kaygısı ile hür ihtiyar olmadılar, kart eşek oldular.
-
از بهشت آورد یزدان بردگان ** تا نمایدشان سقر پروردگان
- Tanrı cehennemlikleri göstermek üzere dünyaya cennetten kullar getirdi...”
-
در معنی آن که مرج البحرين يلتقیان بينهما برزخ لا يبغیان
- Tanrı iki deniz yarattı,birbirlerine kavuştukları halde aralarında bir perde vardır,birbirlerine karışmazlar“ âyetlerinin mânası
-
اهل نار و خلد را بین هم دکان ** در میانشان برزخ لا یبغیان 2570
- Cehennemlikler, cennetlikler bir dükkânda otururlar. Aralarında bir perde vardır, birbirlerine karışmazlar.