-
ای بسا کس را که صورت راه زد ** قصد صورت کرد و بر الله زد
- Nice kişiler var ki suret, onların yolarını kesti. Surette kastettiler, Allah’a çattılar.
-
آخر این جان با بدن پیوسته است ** هیچ این جان با بدن مانند هست
- Bu can da, bedenle birleşmiştir ya. Fakat hiç can bedene benzer mi?
-
تاب نور چشم با پیه است جفت ** نور دل در قطرهی خونی نهفت 1180
- Göz nuru iç yağıyla eş olmuştur, gönül nuru bir katre kanda gizli.
-
شادی اندر گرده و غم در جگر ** عقل چون شمعی درون مغز سر
- Neşe ciğerin kızılındandır, gam karasında; akıl bir mum gibi beynim içinde.
-
این تعلقها نه بیکیف است و چون ** عقلها در دانش چونی زبون
- Bu alâkadar keyfiyetsiz bir tarzdadır. Akıllar, bu keyfiyetsizliği bilmede âcizdir.
-
جان کل با جان جزو آسیب کرد ** جان از او دری ستد در جیب کرد
- Külli can, cüzi cana alâkalandı; can ondan bir inci alıp boynuna koydu.
-
همچو مریم جان از آن آسیب جیب ** حامله شد از مسیح دل فریب
- Meryem nasıl gönüller alan Mesih’e gebe kaldıysa can da onun gibi koynuna aldığı o inciden gebe kaldı.
-
آن مسیحی نه که بر خشک و تر است ** آن مسیحی کز مساحت برتر است 1185
- Fakat o Mesih, kuru ve yaş üstünde, yeryüzünde seyahat eden Mesih değildir. O Mesih’in şanı seyahatten yücedir.
-
پس ز جان جان چو حامل گشت جان ** از چنین جانی شود حامل جهان
- Can, canlar canından gebe kaldı ya. İşte cihan, böyle candan gebe kalır.
-
پس جهان زاید جهان دیگری ** این حشر را وا نماید محشری
- Cihan da başka bir cihan doğurur. Bu mahşer de başka bir mahşer gösterir.
-
تا قیامت گر بگویم بشمرم ** من ز شرح این قیامت قاصرم
- Kıyamete kadar söylesem, saysam bu kıyameti anlatamam.
-
این سخنها خود به معنی یا ربی است ** حرفها دام دم شیرین لبی است
- Bu, sözler, mana bakımından “ Yarab” nidasına benzer. Harfler, bir tatlı dudaklının nefesini avlamağa tuzaktır.
-
چون کند تقصیر پس چون تن زند ** چون که لبیکش به یا رب میرسد 1190
- Kulun “Yarab” sözüne Allah’ın “Lebbeyk” cevabı geldikten sonra, nasıl olur da “Yarab” demekte kusur eder?
-
هست لبیکی که نتوانی شنید ** لیک سر تا پای بتوانی چشید
- Fakat bu “ lebbeyk” öyle bir “Lebbeyk” tir ki onu işitemezsin ama baştan aşağıya kadar bütün vücudunla tadabilirsin.
-
کلوخ انداختن تشنه از سر دیوار در جوی آب
- Susuz birisinin duvarın üstünden ırmağa taş, topaç atması
-
بر لب جو بود دیواری بلند ** بر سر دیوار تشنهی دردمند
- Bir ırmak kıyısında yüksek bir duvar vardı. Duvarın üstünde dertli bir susuz duruyordu.
-
مانعش از آب آن دیوار بود ** از پی آب او چو ماهی زار بود
- Suya erişmesine o duvar mâniydi. Susuz adam, âdeta su için balık gibi çırpınmaktaydı.
-
ناگهان انداخت او خشتی در آب ** بانگ آب آمد به گوشش چون خطاب
- Birden suya bir kerpiç parçası attı. Suyun sesi bir göz gibi kulağına geldi.
-
چون خطاب یار شیرین لذیذ ** مست کرد آن بانگ آبش چون نبیذ 1195
- O ses, tatlı bir sevgilinin sesi gibiydi. O ses, adamı şarap gibi sarhoş etmişti.
-
از صفای بانگ آب آن ممتحن ** گشت خشت انداز ز آن جا خشتکن
- O mihnetlere düşmüş adam, suyun temiz sesinden hoşlanıp duvardan kerpiç kopararak suya atmaya başladı.
-
آب میزد بانگ یعنی هی ترا ** فایده چه زین زدن خشتی مرا
- Su sanki “Ey adam, bana taş atmadan ne fayda elde ediyorsun ki?” diye bağırmaktaydı.
-
تشنه گفت آیا مرا دو فایده است ** من از این صنعت ندارم هیچ دست
- Susuz dedi ki. “ Ey su, iki fayda var. Onun için ben bu işten el çekmem.
-
فایدهی اول سماع بانگ آب ** کاو بود مر تشنگان را چون رباب
- Birinci fayda şu: Su sesini duymak, susuzlara rebap dinlemek gibi.
-
بانگ او چون بانگ اسرافیل شد ** مرده را زین زندگی تحویل شد 1200
- Su sesi İsrafil’in sesine benziyor. Ölü bile bu sesten hayat bulmada.
-
یا چو بانگ رعد ایام بهار ** باغ مییابد از او چندین نگار
- Yahut bu ses, bahar günlerindeki gök gürültüsü sesini andırıyor. Bu ses yüzünden bağlar, bahçeler, ne kadar güzelleşiyor, çiçeklerle dolar.
-
یا چو بر درویش ایام زکات ** یا چو بر محبوس پیغام نجات
- Yahut yoksula zekât zamanını geldiği söylenmiş, mahpusa kurtuluş müjdesi verilmiş gibi.