-
میدرد میدوزد این خیاط کو ** میدمد میسوزد این نفاط کو
- Yırtıyor, dikiyor, nerde bu terzi? Üflüyor, yakıyor, nerde bu ateşi yakan?
-
ساعتی کافر کند صدیق را ** ساعتی زاهد کند زندیق را
- Bir an içinde sıddıkı kâfir eder, bir an içinde zındıkı zahit.
-
ز انکه مخلص در خطر باشد ز دام ** تا ز خود خالص نگردد او تمام
- Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir.
-
ز انکه در راهست و ره زن بیحد است ** آن رهد کاو در امان ایزد است
- Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız. Ancak Allah amanında olan kurtulur.
-
آینهی خالص نگشت او مخلص است ** مرغ را نگرفته است او مقنص است 1315
- Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür.
-
چون که مخلص گشت مخلص باز رست ** در مقام امن رفت و برد دست
- Fakat ihlâs sahibini Allah ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır.
-
هیچ آیینه دگر آهن نشد ** هیچ نانی گندم خرمن نشد
- Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.
-
هیچ انگوری دگر غوره نشد ** هیچ میوهی پخته با کوره نشد
- Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez.
-
پخته گرد و از تغیر دور شو ** رو چو برهان محقق نور شو
- Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
-
چون ز خود رستی همه برهان شدی ** چون که بنده نیست شد سلطان شدی 1320
- Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.
-
ور عیان خواهی صلاح دین نمود ** دیدهها را کرد بینا و گشود
- Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı.
-
فقر را از چشم و از سیمای او ** دید هر چشمی که دارد نور هو
- Allah nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
-
شیخ فعال است بیآلت چو حق ** با مریدان داده بیگفتی سبق
- Şeyh, Allah gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler verir.
-
دل به دست او چو موم نرم رام ** مهر او گه ننگ سازد گاه نام
- Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh şeref damgasını basar.
-
مهر مومش حاکی انگشتری است ** باز آن نقش نگین حاکی کیست 1325
- Mumundaki mühür, bir yüzüğe alamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır?
-
حاکی اندیشهی آن زرگر است ** سلسلهی هر حلقه اندر دیگر است
- O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır.
-
این صدا در کوه دلها بانگ کی ست ** گه پرست از بانگ این که گه تهی است
- Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh bomboş ve sessiz.
-
هر کجا هست او حکیم است اوستاد ** بانگ او زین کوه دل خالی مباد
- Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır, yaptığı iş yerli yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
-
هست که کاوا مثنا میکند ** هست که کآواز صد تا میکند
- Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir… Dağ vardır, yüz misli.
-
میزهاند کوه از آن آواز و قال ** صد هزاران چشمهی آب زلال 1330
- Dağ; o sesten, o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır.
-
چون ز کوه آن لطف بیرون میشود ** آبها در چشمهها خون میشود
- Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
-
ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود
- O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
-
جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه
- Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
-
نه ز جان یک چشمه جوشان میشود ** نه بدن از سبز پوشان میشود
- Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
-
نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعهی ساقی در او 1335
- Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi!