English    Türkçe    فارسی   

2
1313-1337

  • ز انکه مخلص در خطر باشد ز دام ** تا ز خود خالص نگردد او تمام‏
  • Onun içindir ki ihlâs sahibi, varlığından tamamıyla halâs olmadıkça tuzağa düşmek tehlikesindedir.
  • ز انکه در راهست و ره زن بی‏حد است ** آن رهد کاو در امان ایزد است‏
  • Çünkü yoldadır, yol kesicilerse sayısız. Ancak Allah amanında olan kurtulur.
  • آینه‏ی خالص نگشت او مخلص است ** مرغ را نگرفته است او مقنص است‏ 1315
  • Aynası tamamıyla arınmayan, henüz ihlâs sahibidir. Kuş tutmayan henüz avla meşguldür.
  • چون که مخلص گشت مخلص باز رست ** در مقام امن رفت و برد دست‏
  • Fakat ihlâs sahibini Allah ihlâs makamına ulaştırırsa ihlâs sahibi kurtulur, emniyet makamına varır.
  • هیچ آیینه دگر آهن نشد ** هیچ نانی گندم خرمن نشد
  • Hiçbir ayna yoktur ki ayna olduktan sonra tekrar demir haline gelsin. Hiçbir ekmek yoktur ki tekrar harmandaki buğday şekline dönsün.
  • هیچ انگوری دگر غوره نشد ** هیچ میوه‏ی پخته با کوره نشد
  • Hiçbir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Hiçbir olmuş meyve tekrar turfanda haline gelmez.
  • پخته گرد و از تغیر دور شو ** رو چو برهان محقق نور شو
  • Piş, ol da bozulmadan kurtul. Yürü, Burhan-ı Muhakkık gibi nur ol.
  • چون ز خود رستی همه برهان شدی ** چون که بنده نیست شد سلطان شدی‏ 1320
  • Kendinden kurtuldun mu tamamıyla Burhan olursun. Kul yok oldu mu sultan kesilirsin.
  • ور عیان خواهی صلاح دین نمود ** دیده‏ها را کرد بینا و گشود
  • Bunu apaçık görmek istersen Salâhaddin gösterdi, gözleri görür bir hale getirdi, açtı.
  • فقر را از چشم و از سیمای او ** دید هر چشمی که دارد نور هو
  • Allah nuruna sahip olan her göz, fakrı onun gözünden dersler verir.
  • شیخ فعال است بی‏آلت چو حق ** با مریدان داده بی‏گفتی سبق‏
  • Şeyh, Allah gibi aletsiz işler görür. Müritlere sözsüz dersler verir.
  • دل به دست او چو موم نرم رام ** مهر او گه ننگ سازد گاه نام‏
  • Gönül, onun elinde mum gibi yumuşaktır. Mührü, gönle gâh ayıp, gâh şeref damgasını basar.
  • مهر مومش حاکی انگشتری است ** باز آن نقش نگین حاکی کیست‏ 1325
  • Mumundaki mühür, bir yüzüğe alamettir, onu hatırlatır, ya asıl o yüzük de ki nakış kimin alametidir, kimi hatırlatmaktadır?
  • حاکی اندیشه‏ی آن زرگر است ** سلسله‏ی هر حلقه اندر دیگر است‏
  • O nakış, efkârının her halkası, öbürüne geçmiş, bu suretle birbirine zincirlenmiş olan o Zerger’in fikrini anlatır.
  • این صدا در کوه دلها بانگ کی ست ** گه پرست از بانگ این که گه تهی است‏
  • Gönül dağlarındaki bu ses kimin? Bu dağ, gâh sesle dopdolu, gâh bomboş ve sessiz.
  • هر کجا هست او حکیم است اوستاد ** بانگ او زین کوه دل خالی مباد
  • Ev sahibi, nerde olursa olsun hâkim ve üstatdır, yaptığı iş yerli yerindedir. Bu gönül dağı, onun sesinden hâli kalmasın!
  • هست که کاوا مثنا می‏کند ** هست که کآواز صد تا می‏کند
  • Dağ vardır, sesi iki misli aksettirir… Dağ vardır, yüz misli.
  • می‏زهاند کوه از آن آواز و قال ** صد هزاران چشمه‏ی آب زلال‏ 1330
  • Dağ; o sesten, o sözden yüz binlerce halis ve sâf kaynaklar sızdırır.
  • چون ز کوه آن لطف بیرون می‏شود ** آبها در چشمه‏ها خون می‏شود
  • Fakat dağdan o lütuf kesildi mi sular, kaynaklarında kan kesilir.
  • ز آن شهنشاه همایون نعل بود ** که سراسر طور سینا لعل بود
  • O kadehi kutlu padişahlar padişahı yüzünden Tûr dağı lâl haline geldi.
  • جان پذیرفت و خرد اجزای کوه ** ما کم از سنگیم آخر ای گروه‏
  • Dağın cüzileri canlandı, akıllandı. Ey halk biz bir taştan da aşağı mıyız ki?
  • نه ز جان یک چشمه جوشان می‏شود ** نه بدن از سبز پوشان می‏شود
  • Ne candan bir çeşme coşmakta, ne beden yeşiller giymiş ruhanilere katılmakta…
  • نه صدای بانگ مشتاقی در او ** نه صفای جرعه‏ی ساقی در او 1335
  • Onda ne bir iştiyak sahibinin sesi var, ne sâkinin bir yudum şarabının neşesi!
  • کو حمیت تا ز تیشه و ز کلند ** این چنین که را بکلی بر کنند
  • Nerde hamiyet ki böyle bir dağı; keserle, çapayla, neyle olursa kökünden yıksın.
  • بو که بر اجزای او تابد مهی ** بو که در وی تاب مه یابد رهی‏
  • Belki cüzilerine bir ay parıltısı vurur, belki ay ışığı, ona yol bulur!