English    Türkçe    فارسی   

2
1368-1392

  • ز آب هر آلوده کاو پنهان شود ** الحیاء یمنع الإیمان بود
  • Bulaşık ve pis adam; sudan utanır, gizlenirse bu utanma, “Hayâ, imana mânidir” sözünün tahakkukuna sebep olur.
  • دل ز پایه‏ی حوض تن گلناک شد ** تن ز آب حوض دلها پاک شد
  • Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
  • گرد پایه‏ی حوض دل گرد ای پسر ** هان ز پایه‏ی حوض تن می‏کن حذر 1370
  • Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın!
  • بحر تن بر بحر دل بر هم زنان ** در میانشان برزخ لا یبغیان‏
  • Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.
  • گر تو باشی راست ور باشی تو کژ ** پیشتر می‏غژ بدو واپس مغژ
  • İster doğru ol, ister eğri. O gönül havuzuna doğru gel, geri kalma.
  • پیش شاهان گر خطر باشد به جان ** لیک نشکیبد از او با همتان‏
  • Padişahların huzurunda can tehlikesi var ama himmetleri yüce kişiler can korkusu yüzünden padişahtan çekinmezler.
  • شاه چون شیرین‏تر از شکر بود ** جان به شیرینی رود خوشتر بود
  • Padişah, şekerden daha tatlı olunca canın tatlılığına gitmesi de daha hoş, daha doğru.
  • ای ملامت گر سلامت مر ترا ** ای سلامت جو تویی واهی العری‏ 1375
  • Ey beni kınayan, sen sağ esen ol. Ey selâmet arayan, sen beni bırak!
  • جان من کوره ست با آتش خوش است ** کوره را این بس که خانه‏ی آتش است‏
  • Benim canım ocaktır, ateşten hoşlanır, ocağa ateş yurdu olmak yeter.
  • همچو کوره عشق را سوزیدنی است ** هر که او زین کور باشد کوره نیست‏
  • Bana ocak gibi aşka yanmak düştü. Bundan kör olansa zaten ocak değildir.
  • برگ بی‏برگی ترا چون برگ شد ** جان باقی یافتی و مرگ شد
  • Azıksızlık azığı sana azık olursa baki olan canı buldun, ölümden kurtuldun demektir.
  • چون ترا غم شادی افزودن گرفت ** روضه‏ی جانت گل و سوسن گرفت‏
  • Gamdan neşe artmaya başladı mı can bahçen güllerle, süsenlerle dolar.
  • آن چه خوف دیگران آن امن تست ** بط قوی از بحر و مرغ خانه سست‏ 1380
  • Başkasının korktuğu şeyler, sana emniyet verir. Su kuşu, denizden kuvvet bulur, ev kuşuysa perişan olur.
  • باز دیوانه شدم من ای طبیب ** باز سودایی شدم من ای حبیب‏
  • Ey tabip, ben; yine divane oldum. Sevgili, ben yine kara sevdalara uğradım.
  • حلقه‏های سلسله‏ی تو ذو فنون ** هر یکی حلقه دهد دیگر جنون‏
  • Zincirinin halkalarından her halkanın başka, başka fenleri var. Her halka, başka bir delilik vermede.
  • داد هر حلقه فنونی دیگر است ** پس مرا هر دم جنونی دیگر است‏
  • Her halkanın eseri, başka, başka fenler. Onun için her an başka deliliklerim var.
  • پس فنون باشد جنون این شد مثل ** خاصه در زنجیر این میر اجل‏
  • Darbı meseldir, delilikler; fen, fen, çeşit çeşittir. Hele böyle ulu bir beyin zincirine bağlanmış kişide olursa!
  • آن چنان دیوانگی بگسست بند ** که همه دیوانگان پندم دهند 1385
  • Bağımı, öyle bir divanelik kopardı ki bütün divaneler bana nasihat verirler!
  • آمدن دوستان به بیمارستان جهت پرسش ذو النون مصری
  • Zünnun’un hatırını sormak üzere dostlarının tımarhaneye gelmeleri
  • این چنین ذو النون مصری را فتاد ** کاندر او شور و جنونی نو بزاد
  • Bu çeşit delilik, Zünnun’u, Mısri’nin de başına geldi. Onda yeni, yeni coşkunluklar, cezbeler meydana gelmekteydi.
  • شور چندان شد که تا فوق فلک ** می‏رسید از وی جگرها را نمک‏
  • Coşkunluğu âdeta göğün üstüne erişecek bir dereceyi buluyor, ciğerler acısı bir hale geliyordu.
  • هین منه تو شور خود ای شوره خاک ** پهلوی شور خداوندان پاک‏
  • Kendine gel ey çorak toprak, kendi coşkunluğunu bu işe sahip olan temiz kişilerin coşkunluğu ile bir tutma!
  • خلق را تاب جنون او نبود ** آتش او ریشهاشان می‏ربود
  • Halk onun deliliğine tahammül edemez bir hale geldi. Ateşi, âdeta halkın sakalını tutuşturmaktaydı.
  • چون که در ریش عوام آتش فتاد ** بند کردندش به زندانی نهاد 1390
  • Avamın sakalına ateş düşünce onu körlüklerinden, inatlarından tutup bağladılar.
  • نیست امکان واکشیدن این لگام ** گر چه زین ره تنگ می‏آیند عام‏
  • Halk, bu yolda umumiyetle dara düşse de yine yuları geri çekmeye imkân yoktur.
  • دیده این شاهان ز عامه خوف جان ** کاین گره کورند و شاهان بی‏نشان‏
  • Bu padişahların hepsi, halktan can korkusuna düştüler. Çünkü bu güruh kördür, padişahların da nişanı yok!