-
یک گره را ظاهر سالوس زهد ** نور باید تا بود جاسوس زهد 1475
- Mürailik sureti de bir güruhun adını zâhitliğe çıkarmıştır. Hâlbuki kendisi riyaya boğulmuştur.
-
نور باید پاک از تقلید و غول ** تا شناسد مرد را بیفعل و قول
- Taklitten, kapıp kaçmadan arınmış nur gerek ki, onu, sözünü dinlemeden, işini görmeden tanısın.
-
در رود در قلب او از راه عقل ** نقد او بیند نباشد بند نقل
- Bu nura sahip olan, akıl yoluyla onun kalbine girer, nakdini görür, nakil ve rivayete bağlanmaz.
-
بندگان خاص علام الغیوب ** در جهان جان جواسیس القلوب
- Gaybı adamakıllı bilen Allah’ın has kulları can âleminde kalp casuslarıdır.
-
در درون دل در آید چون خیال ** پیش او مکشوف باشد سر حال
- Hayal gibi gönle girerler. Gizli şey ve hal, onların önünde apaçıktır.
-
در تن گنجشک چه بود برگ و ساز ** که شود پوشیده آن بر عقل باز 1480
- Serçenin vücudunda ne kuvvet, ne kudret vardır ki sırrı, doğanın aklından gizli kalsın?
-
آن که واقف گشت بر اسرار هو ** سر مخلوقات چه بود پیش او
- Allah sırlarına vakıf olan kişinin önünde mahlûkatın sırrı nedir ki?
-
آن که بر افلاک رفتارش بود ** بر زمین رفتن چه دشوارش بود
- Göklere çıkan adama yeryüzünde yürümek güç gelir mi?
-
در کف داود کاهن گشت موم ** موم چه بود در کف او ای ظلوم
- Be zalim, Davut’un elinde demir mum haline gelir, erirdi, artık onun avucunda mum ne oluyor?
-
بود لقمان بنده شکلی خواجهای ** بندگی بر ظاهرش دیباجهای
- Lokman, kul şeklinde bir efendiydi. Kulluğu, yalnız zahiri bir görünüşten ibaretti.
-
چون رود خواجه به جای ناشناس ** در غلام خویش پوشاند لباس 1485
- Meselâ, efendi tanımadık bir yere giderse kuluna elbisesini giydirir.
-
او بپوشد جامههای آن غلام ** مر غلام خویش را سازد امام
- Kendisi de o kölenin libaslarını giyer, köleyi kendisine efendi yapar.
-
در پیش چون بندگان در ره شود ** تا نباید زو کسی آگه شود
- Kullar gibi onun ardından yürür. Bu suretle kendisini kimseye tanıtmaz.
-
گوید ای بنده تو رو بر صدر شین ** من بگیرم کفش چون بندهی کهین
- Ey kul, sen başköşeye otur. Ben, eski bir kul gibi ayakkabılarını götüreyim.
-
تو درشتی کن مرا دشنام ده ** مر مرا تو هیچ توقیری منه
- Sen sertlik et, bana söv, hiçbir suretle ağırlama.
-
ترک خدمت خدمت تو داشتم ** تا به غربت تخم حیلت کاشتم 1490
- Şimdi hizmetin, bence bana hizmet etmeyi bırakmadan ibarettir. Ben, bu suretle gurbet diyarında bile tohumu ekeceğim” der.
-
خواجگان این بندگیها کردهاند ** تا گمان آید که ایشان بردهاند
- Efendiler, kendilerini kul sanılsınlar diye kulluğu kabul etmişlerdir.
-
چشم پر بودند و سیر از خواجگی ** کارها را کردهاند آمادگی
- Onların gözleri toktur, efendiliğe doymuşlardır, kendilerine lâzım olan işi yapa gelmişlerdir.
-
وین غلامان هوا بر عکس آن ** خویشتن بنموده خواجهی عقل و جان
- Hâlbuki bu heva ve heves kulları, onların aksine kendilerini akıl ve can efendisi gösterirler.
-
آید از خواجه ره افکندگی ** ناید از بنده بغیر بندگی
- Efendi kulluk edebilir. Fakat kuldan kulluktan başka bir şey zuhur edemez ki.
-
پس از آن عالم بدین عالم چنان ** تعبیتها هست بر عکس این بدان 1495
- Şunu bil ki o âlemden bu âleme böyle tersine akseden nice şeyler vardır.
-
خواجهی لقمان از این حال نهان ** بود واقف دیده بود از وی نشان
- Lokman’ın efendisi bu gizli hali biliyordu, ondan bir nişane görmüştü.
-
راز میدانست و خوش میراند خر ** از برای مصلحت آن راهبر
- Sırrı bildiği için o yol gösterici, iş başarmak için eşeğini güzelce sürmekteydi.
-
مر و را آزاد کردی از نخست ** لیک خشنودی لقمان را بجست
- Lokman’ı daha önceden azat ederdi ama hoşnutluğunu diliyordu.
-
ز انکه لقمان را مراد این بود تا ** کس نداند سر آن شیر و فتی
- Çünkü Lokman’ın muradı buydu. O aslan, o yiğit, istiyordu ki kimse sırrına ermesin.