-
سور او خوردی و شور انگیختی ** هر طعامی کاو نخوردی ریختی
- Bu suretle onun artığını afiyetle yer, bundan zevk alır, onun yemediğini ise dökerdi.
-
ور بخوردی بیدل و بیاشتها ** این بود پیوندی بیانتها
- Hatta yese bile gönülsüz, iştahsız yerdi. İşte asıl sonsuz dirlik, birlik budur.
-
خربزه آورده بودند ارمغان ** گفت رو فرزند لقمان را بخوان
- Bir gün Lokman’ın efendisine hediye olarak bir karpuz getirdiler. Hizmetçiye “ Git, oğlum Lokman’ı çağır” dedi.
-
چون برید و داد او را یک برین ** همچو شکر خوردش و چون انگبین 1515
- Lokman gelince, efendisi, karpuzu kesip ona bir dilim verdi. Lokman, o dilimi bal gibi, şeker gibi yedi.
-
از خوشی که خورد داد او را دوم ** تا رسید آن گرچها تا هفدهم
- Hem de öyle lezzetle yedi ki Lokman’ın efendisi, ikinci dilimi de kesip sundu. Böyle, böyle karpuzu tekmil yedi;
-
ماند گرچی گفت این را من خورم ** تا چه شیرین خربزه ست این بنگرم
- Yalnız bir dilim kaldı. Efendisi “ Bunu da ben yiyeyim; bir göreyim, bakayım, nasıl şey, herhalde tatlı bir karpuz” dedi.
-
او چنین خوش میخورد کز ذوق او ** طبعها شد مشتهی و لقمه جو
- Çünkü Lokman, öyle lezzetle, öyle zevkle, öyle iştahlı, iştahlı yiyordu ki görenlerin de iştahı geliyordu.
-
چون بخورد از تلخیش آتش فروخت ** هم زبان کرد آبله هم حلق سوخت
- Efendisi, o dilimi yer yemez karpuzun acılığından ağzını bir ateştir sardı, dili uçukladı, boğazı yandı.
-
ساعتی بیخود شد از تلخی آن ** بعد از آن گفتش که ای جان و جهان 1520
- Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “A benim canım, efendim,
-
نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
- Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
-
این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست
- Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
-
چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی
- Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
-
گفت من از دست نعمت بخش تو ** خوردهام چندان که از شرمم دو تو
- Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
-
شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت 1525
- Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.
-
چون همه اجزام از انعام تو ** رستهاند و غرق دانه و دام تو
- Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
-
گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
- Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
-
لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت
- Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
-
از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
- Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
-
از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود 1530
- Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
-
از محبت مرده زنده میکنند ** از محبت شاه بنده میکنند
- Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
-
این محبت هم نتیجهی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست
- Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
-
دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
- Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
-
بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
- Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
-
دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را 1535
- Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.
-
چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول
- Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.