-
ساعتی بیخود شد از تلخی آن ** بعد از آن گفتش که ای جان و جهان 1520
- Bir eyyam acılığından âdeta kendisini kaybetti. Sonra “A benim canım, efendim,
-
نوش چون کردی تو چندین زهر را ** لطف چون انگاشتی این قهر را
- Böyle bir zehri nasıl oldu da tatlı, tatlı yedin, böyle bir kahrı nasıl oldu da lütuf saydın?
-
این چه صبر است این صبوری از چه روست ** یا مگر پیش تو این جانت عدوست
- Bu ne sabır? Neden böyle sabrettin? Sanki canına kastın var?
-
چون نیاوردی به حیلت حجتی ** که مرا عذری است بس کن ساعتی
- Niye bir şey söylemedin, niye biraz sabret şimdi yiyemem demedin?” dedi.
-
گفت من از دست نعمت بخش تو ** خوردهام چندان که از شرمم دو تو
- Lokman dedi ki: “ Senin nimetler bağışlayan elinden o kadar rızıklandım ki utancımdan âdeta iki kat olmuşumdur.
-
شرمم آمد که یکی تلخ از کفت ** من ننوشم ای تو صاحب معرفت 1525
- Elinle sunduğun bir şeye; ey marifet sahibi; bu acıdır demeğe utandım.
-
چون همه اجزام از انعام تو ** رستهاند و غرق دانه و دام تو
- Çünkü vücudumun bütün cüzileri senin nimetlerinden meydana geldi. Ben senin tanene, tuzağına gark olmuştum;
-
گر ز یک تلخی کنم فریاد و داد ** خاک صد ره بر سر اجزام باد
- Bu kadarcık bir acıya dayanamaz, feryat edersem vücudumun bütün cüzileri Hak ile yeksan olsun!
-
لذت دست شکر بخشت بداشت ** اندر این بطیخ تلخی کی گذاشت
- Şekerler bağışlayan elinin lezzeti bu karpuzdaki acılığı hiç bırakır mı?
-
از محبت تلخها شیرین شود ** از محبت مسها زرین شود
- Sevgiden acılıklar tatlılaşır, sevgiden bakırlar altın kesilir.
-
از محبت دردها صافی شود ** از محبت دردها شافی شود 1530
- Sevgiden tortulu, bulanık sular, arı duru bir hale gelir, sevgiden dertler şifa bulur.
-
از محبت مرده زنده میکنند ** از محبت شاه بنده میکنند
- Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.
-
این محبت هم نتیجهی دانش است ** کی گزافه بر چنین تختی نشست
- Bu sevgi de bilgi neticesidir. Saçma sapan şeylere kapılan kişi nasıl olur da böyle bir tahta oturur ki?
-
دانش ناقص کجا این عشق زاد ** عشق زاید ناقص اما بر جماد
- Noksan bilgi nerden aşkı doğuracak? Noksan bilgi de bir aşk doğurur ama o aşk, cansız şeylerdir.
-
بر جمادی رنگ مطلوبی چو دید ** از صفیری بانگ محبوبی شنید
- Noksan bilgi sahibi, cansız bir şey de dilediği şeyin rengini görünce âdeta bir ıslıktan sevgilinin sesini duymuş gibi olur.
-
دانش ناقص نداند فرق را ** لاجرم خورشید داند برق را 1535
- Noksan bilgi, fark ve temyize malik değildir. Nihayet şimşeği güneş sanır.
-
چون که ملعون خواند ناقص را رسول ** بود در تاویل نقصان عقول
- Bu yüzden peygamber, noksanı olan kişiye melun dedi. Fakat bu noksan, tevil de akıl noksanıdır.
-
ز انکه ناقص تن بود مرحوم رحم ** نیست بر مرحوم لایق لعن و زخم
- Teninde noksan bulunan acınır, acınan kişiye lânet etmek böyle bir adamı yaralamaksa hiç de yaraşır bir şey değil.
-
نقص عقل است آن که بد رنجوری است ** موجب لعنت سزای دوری است
- Kötü hastalık, lânet edilmesi icap eden, uzaklığa lâyık olan illet, akıl noksanıdır.
-
ز انکه تکمیل خردها دور نیست ** لیک تکمیل بدن مقدور نیست
- Zira noksan akılları tamamlamak, yani akıllanmak mümkündür, fakat bedendeki noksanı tamamlamaya imkân yok.
-
کفر و فرعونی هر گبر بعید ** جمله از نقصان عقل آمد پدید 1540
- Allah’tan uzak düşen her kötü kişinin kâfirliği, Firavunluğu, umumiyetle akıl noksanından ileri gelmiştir.
-
بهر نقصان بدن آمد فرج ** در نبی که ما علی الاعمی حرج
- Beden noksanı için Kuran’ da “ Köre teklif yok” diye bir genişlik var.
-
برق آفل باشد و بس بیوفا ** آفل از باقی ندانی بیصفا
- Şimşek çabucak sönüp gider, pek vefasızdır. Sen aydın ve parlak olmayan geçici şeyi baki olandan ayırt edemiyorsun.
-
برق خندد بر که میخندد بگو ** بر کسی که دل نهد بر نور او
- Şimşek güler o kişiye. Kime biliyor musun? Onun nuruna gönül bağlayana.
-
نورهای چرخ ببریده پی است ** آن چو لا شرقی و لا غربی کی است
- Felek nurlarının sonu yoktur. O nurlar, şarkta ve garpta bulunmayan Allah nuruna benzer mi hiç?