English    Türkçe    فارسی   

2
1578-1602

  • نحس شاگردی که با استاد خویش ** همسری آغازد و آید به پیش‏
  • Ne kötü talebedir o talebe ki hocasıyla baş koşar, onunla kendisini bir görür.
  • با کدام استاد استاد جهان ** پیش او یکسان و هویدا و نهان‏
  • Hem de hangi hocayla? Huzurunda gizli, aşikâr bir olan cihan hocasıyla.
  • چشم او ینظر بنور الله شده ** پرده‏های جهل را خارق بده‏ 1580
  • Onun gözü, Allah nuruyla bakmakta, bilgisizlik perdelerini yırtıp yakmaktadır.
  • از دل سوراخ چون کهنه گلیم ** پرده‏ای بندد به پیش آن حکیم‏
  • O talebe, eski kilim gibi paramparça, delik deşik olmuş gönülleri bir perde yapıp o hâkimin önüne gerer.
  • پرده می‏خندد بر او با صد دهان ** هر دهانی گشته اشکافی بر آن‏
  • Hâlbuki o perde bile yüzlerce ağzıyla ona gülüp durur. Her ağzı hocaya bir delik olmuştur. ( deliklerden talebenin gönlünü seyreder durur.)
  • گوید آن استاد مر شاگرد را ** ای کم از سگ نیستت با من وفا
  • Hoca, talebeye der ki; “ Ey köpekten de aşağı olan, bana hiç mi vefan yok?
  • خود مرا استا مگیر آهن گسل ** همچو خود شاگرد گیر و کوردل‏
  • Haydi, beni kuvvetli, müşküller halledici bir hoca farz etme, tut ki senin gibi bir talebeyim, senin gibi gönül gözüm kör.
  • نه از منت یاری است در جان و روان ** بی‏منت آبی نمی‏گردد روان‏ 1585
  • Fakat canına, gönlüne yardımım da mı dokunmadı? Sana ben olmadıkça bir feyiz bile akmıyor.
  • پس دل من کارگاه بخت تست ** چه شکنی این کارگاه ای نادرست‏
  • Şu halde görüyorsun ya, gönlüm, senin bahtının tezgâhı. Be doğru düzen olmayan, bu tezgahı niye kırarsın?
  • گویی‏اش پنهان زنم آتش زنه ** نه به قلب از قلب باشد روزنه‏
  • Çakmağı gizlice çakıyorum dersen kalpten, kalbe pencere yok mu ki?
  • آخر از روزن ببیند فکر تو ** دل گواهی می‏دهد زین ذکر تو
  • Gönül, nihayet senin fikrini de pencereden görür, andığın şeye şahadet eder.
  • گیر در رویت نمالد از کرم ** هر چه گویی خندد و گوید نعم‏
  • Tut ki kereminden yüzüne vurmuyor, yüzünü yerlere sürtmüyor, ne söylersen gülüp “ Evet, evet” diyor.
  • او نمی‏خندد ز ذوق مالشت ** او همی‏خندد بر آن اسگالشت‏ 1590
  • Fakat senin hilene, hud’ana gülmüyor. Kötü huyuna, yaptığın şeylere gülüyor.
  • پس خداعی را خداعی شد جزا ** کاسه زن کوزه بخور اینک سزا
  • Hile edenin göreceği, bulacağı karşılık hileden ibarettir. Büyük testiyi vur kır, küçük testiyi al iç. İşte lâyığın bu!
  • گر بدی با تو و را خنده‏ی رضا ** صد هزاران گل شکفتی مر ترا
  • Eğer o senden razı olur, bu yüzden gülerse sana yüz binlerce gül açılır.
  • چون دل او در رضا آرد عمل ** آفتابی دان که آید در حمل‏
  • Gönlü senden razı olursa bil ki o, Hamel burcunda bir güneş kesilir.
  • زو بخندد هم نهار و هم بهار ** در هم آمیزد شکوفه و سبزه‏زار
  • O yüzden hem gündüz güler hem bahar. Çiçeklerle yeşillikler birbirine karışır.
  • صد هزاران بلبل و قمری نوا ** افکنند اندر جهان بی‏نوا 1595
  • Yüz binlerce bülbülle kumru ötüşmeye başlar; sessiz cihanı sesle doldurur.
  • چون که برگ روح خود زرد و سیاه ** می‏ببینی چون ندانی خشم شاه‏
  • Ruh yaprağını sararmış, kararmış bir halde görüyorsun da padişahın gazabından yine haberin yok.
  • آفتاب شاه در برج عتاب ** می‏کند روها سیه همچون کباب‏
  • Padişahın güneşi itap burcunda olunca yüzleri kebap gibi karartır.
  • آن عطارد را ورقها جان ماست ** آن سپیدی و آن سیه میزان ماست‏
  • O Utarit’in sayfaları, bizim canımızdır; o sayfalardaki beyazlık, karalık, bizim mizanımız.
  • باز منشوری نویسد سرخ و سبز ** تا رهند ارواح از سودا و عجز
  • Sonra ruhları; sevdadan, acizlikten kurtarsın diye tekrar kırmızı ve yeşil bir ferman yazar.
  • سرخ و سبز افتاد نسخ نو بهار ** چون خط قوس و قزح در اعتبار 1600
  • Hulâsa ilkbaharın yazıp çizdiği şeyler de kavsikuzah gibi kırmızı ve yeşil sayılır”.
  • عکس تعظیم پیغام سلیمان علیه السلام در دل بلقیس از صورت حقیر هدهد
  • Hüthüdün küçücük vücudunu görünce,Belkıs’ın kalben Süleymen Âleyhisselâm’dangelen haberi ulu bulması
  • رحمت صد تو بر آن بلقیس باد ** که خدایش عقل صد مرده بداد
  • Belkıs’a yüzlerce rahmet olsun. Tanrı, ona yüzlerce erkeğin aklını vermişti.
  • هدهدی نامه بیاورد و نشان ** از سلیمان چند حرفی با بیان‏
  • Bir hüthüt kuşu, Süleyman’dan birkaç satırdan ibaret bir mektup getirdi.