English    Türkçe    فارسی   

2
161-185

  • همچو صیادی سوی اشکار شد ** گام آهو دید بر آثار شد
  • Sofi; av peşine düşen, ceylanın ayak izlerini görüp onları izleyen avcıya benzer.
  • چند گاهش گام آهو در خور است ** بعد از آن خود ناف آهو رهبر است‏
  • Bir müddet ceylanın ayak izleri işe yarar. Ondan sonra ise esasen ahudaki misk kokusu, yolu gösterir.
  • چون که شکر گام کرد و ره برید ** لاجرم ز آن گام در کامی رسید
  • Bu izlere, bu izlemeye şükreder de yol alırsa nihayet o adım atma o yol alma yüzünden muradına ulaşır.
  • رفتن یک منزلی بر بوی ناف ** بهتر از صد منزل گام و طواف‏
  • Misk kokusunu duyup bir konak yol almak, iz izleyerek yüz konaklık yol almadan, yüz konaklık yolu dönüp dolaşmadan daha iyidir.
  • آن دلی کاو مطلع مهتابهاست ** بهر عارف فتحت ابوابهاست‏ 165
  • Ay ışıkların doğusu olan gönül yok mu? O gönül, ariflere “kapıları açılmıştır” sırrıdır.
  • با تو دیوار است و با ایشان در است ** با تو سنگ و با عزیزان گوهر است‏
  • Sana duvardır ama onlara kapı. Sana taştır ama azizlere inci!
  • آن چه تو در آینه بینی عیان ** پیر اندر خشت بیند بیش از آن‏
  • Senin aynada açıkça gördüğünü pir, hem de daha önce bir kerpiç parçasında görür.
  • پیر ایشان‏اند کاین عالم نبود ** جان ایشان بود در دریای جود
  • Pir olanlar o kişilerdir ki bu âlem yokken onların canları, kerem denizinde vardı.
  • پیش از این تن عمرها بگذاشتند ** پیشتر از کشت بر برداشتند
  • Bu tene düşmeden önce nice ömürler geçirdiler, ekmeden önce meyveler devşirdiler!
  • پیشتر از نقش جان پذرفته‏اند ** پیشتر از بحر درها سفته‏اند 170
  • Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler!
  • مشورت می‏رفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق‏
  • Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
  • چون ملایک مانع آن می‏شدند ** بر ملایک خفیه خنبک می‏زدند
  • Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
  • مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
  • Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
  • پیشتر ز افلاک کیوان دیده‏اند ** پیشتر از دانه‏ها نان دیده‏اند
  • Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
  • بی‏دماغ و دل پر از فکرت بدند ** بی‏سپاه و جنگ بر نصرت زدند 175
  • Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi.
  • آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است‏
  • O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
  • فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
  • Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
  • روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است‏
  • “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
  • دیده چون بی‏کیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
  • Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
  • پیشتر از خلقت انگورها ** خورده می‏ها و نموده شورها 180
  • Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır.
  • در تموز گرم می‏بینند دی ** در شعاع شمس می‏بینند فی‏
  • Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
  • در دل انگور می را دیده‏اند ** در فنای محض شی را دیده‏اند
  • Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
  • آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفت‌پوش‏
  • Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
  • چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
  • Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
  • بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان‏ 185
  • Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır.