English    Türkçe    فارسی   

2
1699-1723

  • تو شدی بی‏هوش و افتادی به طاق ** بی‏خبر گفت اینت سالوس و نفاق‏
  • Sen kendinden geçer, dostlarından ayrılırsın. Bu işten haberi olmayan da “ İşte sana riyakâr, işte sana münafık!” der.
  • او چه می‏بیند در او این شور چیست ** او نداند کان نشان وصل کیست‏ 1700
  • Ne bilsin o, kendisinden geçen kişinin coşkunluğu nedir? Bu kimin vuslatı, nişanesi? Bilmez ki.
  • این نشان در حق او باشد که دید ** آن دگر را کی نشان آید پدید
  • Bu nişane, gören kişinin hakkındadır. Başkasına bu nişane nereden zuhur edecek?
  • هر زمان کز وی نشانی می‏رسید ** شخص را جانی به جانی می‏رسید
  • Âşığa her an, ondan bir nişane görünmekte, canına can katılmaktadır.
  • ماهی بی‏چاره را پیش آمد آب ** این نشانها تلک آیات الکتاب‏
  • Sanki çaresiz kalmış balığın önüne su gelmiş. Bu nişaneler, o kitabın delilleridir.
  • پس نشانیها که اندر انبیاست ** خاص آن جان را بود کاو آشناست‏
  • Peygamberlerde olan nişaneler de aşina olan cana mahsustur.
  • این سخن ناقص بماند و بی‏قرار ** دل ندارم بی‏دلم معذور دار 1705
  • Bu söz noksan kaldı, bir karara bağlanmadı. Gönlüme malik değilim ki mazur gör.!
  • ذره‏ها را کی تواند کس شمرد ** خاصه آن کاو عشق عقل او ببرد
  • Zerreleri kim sayabilir ki? Hele saymaya kalkışan, aklını aşka kaptırmış bir adam olursa!
  • می‏شمارم برگهای باغ را ** می‏شمارم بانگ کبک و زاغ را
  • Bağdaki yaprakları, keklik ve karganın ötüşlerini sayabilir miyim?
  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر 1710
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
  • تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
  • Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
  • طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری‏
  • Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
  • و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
  • Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
  • گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بی‏چاره را
  • Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
  • اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد 1715
  • Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.
  • گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
  • Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
  • لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بی‏مثال‏
  • Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
  • ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است‏
  • Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
  • شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست‏
  • Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
  • انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
  • دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همی‏گفت ای خدا و ای اله‏ 1720
  • Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah!
  • تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت‏
  • Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
  • جامه‏ات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم‏
  • Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
  • دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت‏
  • Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.