-
پیشتر از نقش جان پذرفتهاند ** پیشتر از بحر درها سفتهاند 170
- Nakıştan, suretten evvel canlandılar, deniz yarılmadan inciler deldiler!
-
مشورت میرفت در ایجاد خلق ** جانشان در بحر قدرت تا به حلق
- Allah, âlemi ve Âdemi yaratma hususunda meleklerle müşavere ederken onların canları, boğazlarına kadar kudret denizine dalmış bulunuyordu.
-
چون ملایک مانع آن میشدند ** بر ملایک خفیه خنبک میزدند
- Melekler, buna mani olmak istedikleri zaman, gizlice meleklere ıslık çalıyorlar, onlarla alay ediyorlardı.
-
مطلع بر نقش هر که هست شد ** پیش از آن کاین نفس کل پا بست شد
- Bu nefsi Küll’ün ayağı bağlanmadan onlar her yaratılacak şeyin suretini biliyorlardı.
-
پیشتر ز افلاک کیوان دیدهاند ** پیشتر از دانهها نان دیدهاند
- Feleklerden önce Zuhal yıldızını, tanelerden önce Ekmeği görmüşler;
-
بیدماغ و دل پر از فکرت بدند ** بیسپاه و جنگ بر نصرت زدند 175
- Akılsız, gönülsüz fikirlerle dolmuşlar; askersiz, savaşsız galip gelmişlerdi.
-
آن عیان نسبت به ایشان فکرت است ** ور نه خود نسبت به دوران رویت است
- O apaçık anlayış, onlara nispetle düşünüştür. Yoksa haddi zatında, bu sırdan uzakta kalanlara göre görüşün ta kendisidir.
-
فکرت از ماضی و مستقبل بود ** چون از این دو رست مشکل حل شود
- Düşünüş; geçmişe, geleceğe dairdir. Bu ikisinden de kurtulunca müşkül hal olur
-
روح از انگور می را دیده است ** روح از معدوم شی را دیده است
- “Ruh üzümden şarabı, yoktan varı görür”
-
دیده چون بیکیف هر با کیف را ** دیده پیش از کان صحیح و زیف را
- Onlar da keyfiyete düşecek olan her şeyi keyfiyetsiz görmüşler, madenden önce sağlamla kalpı fark etmişlerdir.
-
پیشتر از خلقت انگورها ** خورده میها و نموده شورها 180
- Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır.
-
در تموز گرم میبینند دی ** در شعاع شمس میبینند فی
- Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
-
در دل انگور می را دیدهاند ** در فنای محض شی را دیدهاند
- Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
-
آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفتپوش
- Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
-
چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
- Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
-
بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان 185
- Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır.
-
مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
- Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
-
چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است
- Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
-
تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
- Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
-
چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
- Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
-
یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال 190
- Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
-
در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
- Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
-
چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق میخواهد که بشکافد تنم
- Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
-
همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری میکشم
- Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
-
بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت
- Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
-
کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است
- O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.