English    Türkçe    فارسی   

2
1708-1732

  • در شمار اندر نیاید لیک من ** می‏شمارم بهر رشد ممتحن‏
  • Bunlar sayıya gelmez ama ben, sınanmış adamı ir şad etmek için sayıyorum.
  • نحس کیوان یا که سعد مشتری ** ناید اندر حصر گر چه بشمری‏
  • Zuhal yıldızının nuhusetiyle Müşterinin saadeti, saymaya kalkışan da sayıya sığmaz.
  • لیک هم بعضی از این هر دو اثر ** شرح باید کرد یعنی نفع و ضر 1710
  • Fakat böyle olduğu halde bu ikisinin bazı tesirini, yani zarar ve faydalarını anlatmak yine lâzımdır.
  • تا شود معلوم آثار قضا ** شمه ای مر اهل سعد و نحس را
  • Bu suretle kaza ve kaderin eserlerinden cüzi bir miktarı saadet ve nuhuset ehlince anlaşılmış olur.
  • طالع آن کس که باشد مشتری ** شاد گردد از نشاط و سروری‏
  • Talihi Müşteri olan kişi, neşesinden, ululuğundan sevinir;
  • و انکه را طالع زحل از هر شرور ** احتیاطش لازم آید در امور
  • Talihi Zuhal olan da şer işlere düşmemek için yaptığı şeyler de ihtiyat etmek lüzumunu anlar.
  • گر بگویم آن زحل استاره را ** ز آتشش سوزد مر آن بی‏چاره را
  • Yıldızı Zuhal olan kişinin ahvalini tamamıyla söylesem zavallı o yıldızının ateşinden yanar.
  • اذکروا الله شاه ما دستور داد ** اندر آتش دید ما را نور داد 1715
  • Padişahımız, bize “Allah’ı anın” diye ruhsat ve müsaade verdi; bizi ateş içinde gördü de nur ihsan etti.
  • گفت اگر چه پاکم از ذکر شما ** نیست لایق مر مرا تصویرها
  • Dedi ki: “ Filvaki ben, sizin beni anmanızdan müstağniyim. Beni tasvir etmek, övmek, anmak lâyık değil.
  • لیک هرگز مست تصویر و خیال ** در نیابد ذات ما را بی‏مثال‏
  • Fakat tasvire, hayale kapılan, bizim zatımızı misalsiz, tasvirsiz anlayamaz”
  • ذکر جسمانه خیال ناقص است ** وصف شاهانه از آنها خالص است‏
  • Cisme mensup anış, nâkıs bir hayaldir. Padişahlara lâyık olan tavsif, cismani anışlardan arınmıştır.
  • شاه را گوید کسی جولاه نیست ** این چه مدح است این مگر آگاه نیست‏
  • Birisi padişaha, “ Çulha değildir” dese bu ne biçim metih? Yoksa padişahın çulha olmadığını bildirmiyor mu ki?
  • انکار کردن موسی علیه السلام بر مناجات شبان‏
  • Musa Aleyhisselâm’ın çobanın münacatını hoş görmeyip reddetmesi
  • دید موسی یک شبانی را به راه ** کاو همی‏گفت ای خدا و ای اله‏ 1720
  • Musa, yolda bir çoban gördü. Çoban, şöyle söylenip duruyordu: “Ey kerem sahibi Allah!
  • تو کجایی تا شوم من چاکرت ** چارقت دوزم کنم شانه سرت‏
  • Neredesin ki sana kul, kurban olayım. Çarığını dikeyim, saçını tarayayım.
  • جامه‏ات شویم شپشهایت کشم ** شیر پیشت آورم ای محتشم‏
  • Elbiseni yıkayayım, bitlerini kırayım.. Ulu Allah, sana süt ikram edeyim.
  • دستکت بوسم بمالم پایکت ** وقت خواب آید بروبم جایکت‏
  • Elceğizini öpeyim ayacığını ovayım. Uyuma vaktin gelince yerceğizini silip süpüreyim.
  • ای فدای تو همه بزهای من ** ای به یادت هیهی و هیهای من‏
  • Bütün keçilerim sana kurban olsun. Bütün nağmelerim, heyheylerim senin yâdınladır Allah’ım!”
  • این نمط بی‏هوده می‏گفت آن شبان ** گفت موسی با کی است این ای فلان‏ 1725
  • O çoban, bu çeşit saçama sapan şeyler söyleyip duruyordu. Musa “Kiminle konuşuyorsun?” diye sordu.
  • گفت با آن کس که ما را آفرید ** این زمین و چرخ از او آمد پدید
  • Çoban, “ Bizi yaratanla, bu yeri göğü halk edenle” diye cevap verince,
  • گفت موسی های خیره‏سر شدی ** خود مسلمان ناشده کافر شدی‏
  • Musa dedi ki: “ Vah, vah, sen sersemlemişsin. Daha Müslüman olmadan kâfir oldun,
  • این چه ژاژست و چه کفر است و فشار ** پنبه‏ای اندر دهان خود فشار
  • Bu ne saçma söz, bu ne küfür, bu ne olmayacak şey? Ağzına pamuk tıka.
  • گند کفر تو جهان را گنده کرد ** کفر تو دیبای دین را ژنده کرد
  • Küfrünün pis kokusu dünyayı tuttu. Küfrün, din kumaşını yıprattı.
  • چارق و پا تابه لایق مر تراست ** آفتابی را چنینها کی رواست‏ 1730
  • Çarık, dolak, ancak sana yaraşır. Bir güneşe bu çeşit şeylerin ne lüzumu var?
  • گر نبندی زین سخن تو حلق را ** آتشی آید بسوزد خلق را
  • Böyle sözlerden ağzını kapamazsan bir ateş gelir, halkı yakar.
  • آتشی گر نامده ست این دود چیست ** جان سیه گشته روان مردود چیست‏
  • Zaten ateş gelmedi de bu duman ne? Can niye kapkara bir hale geldi, ruh merdutlaştı?