English    Türkçe    فارسی   

2
1768-1792

  • در درون کعبه رسم قبله نیست ** چه غم ار غواص را پاچیله نیست‏
  • Kâbe’nin içinde kıbleden eser yoktur, dalgıcın ayağında dolak olmazsa ne gam!
  • تو ز سر مستان قلاووزی مجو ** جامه چاکان را چه فرمایی رفو
  • Yürü, sarhoşlardan kılavuzluk arama. Elbisesi paramparça olana yamadan bahsetme.
  • ملت عشق از همه دینها جداست ** عاشقان را ملت و مذهب خداست‏ 1770
  • Aşk şeriatı, bütün dinlerden ayrıdır. Âşıkların şeriatı da Allah’tır, mezhebi de.
  • لعل را گر مهر نبود باک نیست ** عشق در دریای غم غمناک نیست‏
  • Lâlin, lâl olduğunu ispat eden bir damgası olmasa da ne çıkar? Aşk, gam denizinde gamlanmaz ki!
  • وحی آمدن موسی را علیه السلام در عذر آن شبان‏
  • Musa Aleyhisselem’a o çobanın mazur olduğuna dair vahiy gelmesi
  • بعد از آن در سر موسی حق نهفت ** رازهایی کان نمی‏آید به گفت‏
  • Ondan sonra Hak, Musa’nın sırrına dile gelmeyecek sırlar söyledi;
  • بر دل موسی سخنها ریختند ** دیدن و گفتن به هم آمیختند
  • Musa’nın gölüne sözler döktüler. Görmekle söylemeyi birbirine karıştırdılar.
  • چند بی‏خود گشت و چند آمد به خود ** چند پرید از ازل سوی ابد
  • Nice defa kendisinden geçti, nice defa kendisine geldi. Kaç kere ezelden ebede uçtu!
  • بعد از این گر شرح گویم ابلهی است ** ز انکه شرح این ورای آگهی است‏ 1775
  • Eğer bundan ötesini anlatmaya kalkışırsam ahmaklık etmiş olurum. Çünkü bunu açmak, bunu anlatmak, anlayışın ötesindedir.
  • ور بگویم عقلها را بر کند ** ور نویسم بس قلمها بشکند
  • Söylesen akıllar hayran olur. Yazsam birçok kalemler kırılır!
  • چون که موسی این عتاب از حق شنید ** در بیابان در پی چوپان دوید
  • Musa Allahtan bu azarı duyunca çöle düşüp çobanın ardınca koştu.
  • بر نشان پای آن سر گشته راند ** گرد از پرده‏ی بیابان بر فشاند
  • O hayran âşığın izini izledi, çöldeki otların tozunu silkti.
  • گام پای مردم شوریده خود ** هم ز گام دیگران پیدا بود
  • Âşık ve hayran adamların ayak izleri, başkalarının izlerinden ayrılır, hemen belli olur.
  • یک قدم چون رخ ز بالا تا نشیب ** یک قدم چون پیل رفته بر وریب‏ 1780
  • Âşık, Ruh gibi bir ayağını yukardan aşağıya atar; bir ayağını fil gibi eğri büğrü basar.
  • گاه چون موجی بر افرازان علم ** گاه چون ماهی روانه بر شکم‏
  • Bazen bir dalga gibi bayrak diker, yücelir. Bazen balık gibi suyun içinde gider, görünmez.
  • گاه بر خاکی نبشته حال خود ** همچو رمالی که رملی بر زند
  • Bazen de remilcinin remil dökmesi gibi ahvalini toprak üstüne yazar.
  • عاقبت دریافت او را و بدید ** گفت مژده ده که دستوری رسید
  • Musa nihayet onu bulup gördü. Dedi ki: “Müjdemi ver! Allah’tan izin geldi.
  • هیچ آدابی و ترتیبی مجو ** هر چه می‏خواهد دل تنگت بگو
  • Hiçbir sebep ve tertip yolu arama; daralan gönlün ne isterse onu söyle!
  • کفر تو دین است و دینت نور جان ** ایمنی و ز تو جهانی در امان‏ 1785
  • Senin küfrün, din, dinin can nuru. Sen emniyete erişmişsin; bütün bir cihan da senin yüzünden amanda.
  • ای معاف یفعل الله ما یشاء ** بی‏محابا رو زبان را بر گشا
  • Ey “Allah dilediğini yapar” sırrına erişip o sırla her şeyden affedilmiş olan kişi; pervasızca yürü, dilini aç!
  • گفت ای موسی از آن بگذشته‏ام ** من کنون در خون دل آغشته‏ام‏
  • Çoban “ Ey Musa, ben o halde, o sözden geçtim. Şimdi kendi gönlümün kanına bulandım.
  • من ز سدره‏ی منتهی بگذشته‏ام ** صد هزاران ساله ز آن سو رفته‏ام‏
  • Ben Sidret-ül Müntehâ’dan da aşmış, oradan bile yüz binlerce yıl öte gitmişim.
  • تازیانه بر زدی اسبم بگشت ** گنبدی کرد و ز گردون بر گذشت‏
  • Sen bir kamçı vurdun, atım şahlanıp sıçradı, kâinatı aştı.
  • محرم ناسوت ما لاهوت باد ** آفرین بر دست و بر بازوت باد 1790
  • Nâsutumuzun mahremi Lâhut’u olsun artık. Aferin eline koluna!
  • حال من اکنون برون از گفتن است ** این چه می‏گویم نه احوال من است‏
  • Şimdi benim halim, söze sığmaz. Zaten bu söylediğim de benim ahvalim değil.
  • نقش می‏بینی که در آیینه‏ای است ** نقش تست آن نقش آن آیینه نیست‏
  • Ayna da bir suret görürsün ya. Fakat o senin suretindir, aynanın değil.