-
پیشتر از خلقت انگورها ** خورده میها و نموده شورها 180
- Üzüm yaratılmadan önce şaraplar içmişler, muhabbet sarhoşu olmuşlardır.
-
در تموز گرم میبینند دی ** در شعاع شمس میبینند فی
- Onlar, sıcak temmuz ayında kışı, güneşin ziyasında gölgeyi görür.
-
در دل انگور می را دیدهاند ** در فنای محض شی را دیدهاند
- Üzümün gönlünde şarabı, tamam yoklukta bütün varlığı müşahede ederler.
-
آسمان در دور ایشان جرعه نوش ** آفتاب از جودشان زربفتپوش
- Gök, onların işret meclislerinde ancak bir yudumcuk içer. Güneş, ancak onların cömertliğiyle bu sırmalı libası giyer.
-
چون از ایشان مجتمع بینی دو یار ** هم یکی باشند و هم ششصد هزار
- Onlardan iki dostu bir arada gördün mü bil ki onlar hem birdir, hem altı yüz bin!
-
بر مثال موجها اعدادشان ** در عدد آورده باشد بادشان 185
- Onların sayıları dalgalar gibidir. Onlar rüzgâr, zahiren çoğaltır.
-
مفترق شد آفتاب جانها ** در درون روزن ابدان ما
- Halkın can güneşi, halkın pencerelere benzeyen bedenlerinde taaddüt eder, çoğalır.
-
چون نظر در قرص داری خود یکی است ** و آن که شد محجوب ابدان در شکی است
- Fakat güneşin kursuna bakarsan birdir. Bedenlerle mahcup olan kişi şüphededir.
-
تفرقه در روح حیوانی بود ** نفس واحد روح انسانی بود
- Çokluk, ruhu Hayvanidedir, Ruhu insani ise birdir.
-
چون که حق رش علیهم نوره ** مفترق هرگز نگردد نور او
- Hak, onlara mademki nurundan saçtı, Hakk’ın nuru, artık ayrılmaz.
-
یک زمان بگذار ای همره ملال ** تا بگویم وصف خالی ز آن جمال 190
- Yoldaş, bir müddet usanmayı bırak da o güzelin tek benini sana anlatayım.
-
در بیان ناید جمال حال او ** هر دو عالم چیست عکس خال او
- Onun güzelliği anlatılmaz, iki âlem de nedir? Onun yüzündeki benim aksi!
-
چون که من از خال خوبش دم زنم ** نطق میخواهد که بشکافد تنم
- Onun güzel benini anlatmaya başladım mı söz, tenimi yarmak, parçalamak istiyor.
-
همچو موری اندر این خرمن خوشم ** تا فزون از خویش باری میکشم
- Ben bu harmanda bir karınca gibi memnun geçinip gidiyorum, hatta kendi cirmimden, kendi haddimden fazla yük çekmekteyim.
-
بسته شدن تقریر معنی حکایت به سبب میل مستمع به استماع ظاهر صورت حکایت
- Dinleyen, hikâyenin zahirini istediğinden içyüzünün söylenmemesi, kapalı kalması
-
کی گذارد آن که رشک روشنی است ** تا بگویم آن چه فرض و گفتنی است
- O aydınlığın bile haset ettiği güzel, beni bırakır mı ki söylenmesi lâzım ve farz olan sırları söyleyeyim.
-
بحر کف پیش آرد و سدی کند ** جر کند و ز بعد جر مدی کند 195
- Deniz köpüklenir, köpükle örtülür, köpüğü ileri sürer. Sonra da köpüğünü çeker, açılır, kendisini gösterir.
-
این زمان بشنو چه مانع شد مگر ** مستمع را رفت دل جای دگر
- Şimdi dinle, hikâyenin içyüzünü anlatmama ne mani oldu? Dinleyenin gönlü başka bir yere gitti.
-
خاطرش شد سوی صوفی قنق ** اندر آن سودا فرو شد تا عنق
- Hatırına o konuk olan sofinin hali geldi. Boğazına kadar o sevdaya daldı.
-
لازم آمد باز رفتن زین مقال ** سوی آن افسانه بهر وصف حال
- Onun için bu sözü bırakıp ona başlamak hali anlatmak için o hikâyeyi söylemek icap ediyor.
-
صوفی آن صورت مپندار ای عزیز ** همچو طفلان تا کی از جوز و مویز
- Fakat ey aziz, sofiyi, suret sofisi sanma! Ne vakte kadar çocuklar gibi cevize, üzüme düşüp kalacaksın?
-
جسم ما جوز و مویز است ای پسر ** گر تو مردی زین دو چیز اندر گذر 200
- Oğul, bizim cismimiz cevizle üzümdür. Ersen bu ikisinden de geç!
-
ور تو اندر نگذری اکرام حق ** بگذراند مر ترا از نه طبق
- Eğer sen geçmezsen Allah’ın lütfu, Allah’ın keremi seni dokuz kat gökten geçirir.
-
بشنو اکنون صورت افسانه را ** لیک هین از که جدا کن دانه را
- Şimdi hikâyenin zahirini dinle, fakat taneyi samandan ayır ha!
-
.
- .
-
حلقهای آن صوفیان مستفید ** چون که در وجد و طرب آخر رسید
- O zevk ve huzur dileyen sofilerin zikir ve murakabeleri, vecit ve şevkle sona erince.
-
خوان بیاوردند بهر میهمان ** از بهیمه یاد آورد آن زمان
- Konuğa yemek getirdiler. Konuk, o zaman hayvanı hatırladı,