-
ز انکه غالب عقل بود و خر ضعیف ** از سوار زفت گردد خر نحیف
- Çünkü akıl galebe çalmıştı, eşekse zayıftı. Eşek, şişman ve kuvvetli biniciden zayıflar.
-
و ز ضعیفی عقل تو ای خر بها ** این خر پژمرده گشته ست اژدها 1860
- Ey eşek değerli; aklının azlığından bu eşek, ejderhalaştı.
-
گر ز عیسی گشتهای رنجور دل ** هم از او صحت رسد او را مهل
- Gönlün İsa’dan hastalandıysa yine ondan iyileşir, sıhhat yine ondan gelir, onu bırakma.
-
چونی ای عیسای عیسی دم ز رنج ** که نبود اندر جهان بیمار گنج
- Ey nefesi hoş Mesih, cihanda yılansız hazine olmaz, eziyetlerle nasılsın?
-
چونی ای عیسی ز دیدار جهود ** چونی ای یوسف ز مکار حسود
- İsa, Yahudileri görünce ne hale gelir; Yusuf, hasetçi kardeşler elinde ne olur?
-
تو شب و روز از پی این قوم غمر ** چون شب و روزی مدد بخشای عمر
- Sen, gece gündüz bu azgın kavmin ardından koştukça, nasıl olur da gece gibi, gündüz gibi ömre medet bağışlar, yardım edersin?
-
چونی از صفراییان بیهنر ** چه هنر زاید ز صفرا درد سر 1865
- Ah safra illetine tutulmuş o hünersiz kişilerden! Safradan ne hüner meydana gelir? Ancak baş ağrısı.
-
تو همان کن که کند خورشید شرق ** ما نفاق و حیله و دزدی و زرق
- Sen, hemen doğu güneşinin yaptığını yap. Bizse nifak hile, hırsızlık ve riya içinde yüzelim!
-
تو عسل ما سرکه در دنیا و دین ** دفع این صفرا بود سرکنگبین
- Sen dünyada da balsın, dinde de.. Bizse sirke. Safraya ancak sirkengübin iyi eder, giderir.
-
سرکه افزودیم ما قوم زحیر ** تو عسل بفزا کرم را وامگیر
- Hâlbuki biz karın ağrısına tutulmuş olduğumuz halde boyuna sirkeyi artırıp duruyoruz. Sen keremi terk etme de balı artır!
-
این سزید از ما چنان آمد ز ما ** ریگ اندر چشم چه فزاید عما
- Bizden bu lâyıktı, bunu yaptık. Kum, gözde ancak körlüğü fazlalaştırır.
-
آن سزد از تو أیا کحل عزیز ** که بیابد از تو هر ناچیز چیز 1870
- Fakat ey aziz sürme, senden her değersiz şey, değer bulur, bir şey olur; sana bu lâyıktır.
-
ز آتش این ظالمانت دل کباب ** از تو جمله اهد قومی بد خطاب
- Bu zalimlerin ateşinden gönlün kebap olduğu halde daima “Yarabbi, kavmime hidayet et” diye hitap ediyordun.
-
کان عودی در تو گر آتش زنند ** این جهان از عطر و ریحان آگنند
- Sen, öd ağacı madensin. Seni ateşe atsalar, bu âlem, ıtırla, fesleğen kokusuyla dolar.
-
تو نه آن عودی کز آتش کم شود ** تو نه آن روحی که اسیر غم شود
- Sen o öd ağacı değilsin ki ateşte yansın, eksilip bitsin. Sen o ruh değilsin ki gama esir olsun.
-
عود سوزد کان عود از سوز دور ** باد کی حمله برد بر اصل نور
- Öd ağacı yanar ama madeni yanmadan uzaktır. Rüzgâr, nurun aslına nasıl hamle edebilir.
-
ای ز تو مر آسمانها را صفا ** ای جفای تو نکوتر از وفا 1875
- Ey göklere saflık veren, ey cefası vefadan daha iyi olan!
-
ز انکه از عاقل جفایی گر رود ** از وفای جاهلان آن به بود
- Çünkü akıllıdan bir cefa gelse o cefa, cahillerin vefasından daha iyidir.
-
گفت پیغمبر عداوت از خرد ** بهتر از مهری که از جاهل رسد
- Peygamber, “ Akıllının düşmanlığı, cahilin sevgisinden yeğdir” dedi.
-
رنجانیدن امیری خفتهای را که مار در دهانش رفته بود
- Bir emîrin, ağzına yılan kaçan birisini incitmesi
-
عاقلی بر اسب میآمد سوار ** در دهان خفتهای میرفت مار
- Akılı birisi, atına binmiş geliyordu. Uyumakta olan birisinin ağzına da bir yılan kaçmak üzereydi.
-
آن سوار آن را بدید و میشتافت ** تا رماند مار را فرصت نیافت
- Atlı onu görüp adamcağızı kurtarmak, yılanı ürkütüp kaçırmak için koşmaya başladı. fakat fırsat bulamadı.
-
چون که از عقلش فراوان بد مدد ** چند دبوسی قوی بر خفته زد 1880
- Aklı, kendisine yardım ettiğinden, pek akılı kişi olduğundan o uyumakta olan adama şiddetlice birkaç topuz vurdu.
-
برد او را زخم آن دبوس سخت ** زو گریزان تا به زیر یک درخت
- O şiddetlice vurulan topuzun acısı, adamı bir ağaç altına kadar kaçırdı.
-
سیب پوسیده بسی بد ریخته ** گفت از این خور ای به درد آویخته
- Oraya bir hayli çürük elma dökülmüştü. Adama “ Ey dertli kişi, bunları ye” dedi.
-
سیب چندان مر و را در خورد داد ** کز دهانش باز بیرون میفتاد
- EKSIK