English    Türkçe    فارسی   

2
2157-2181

  • مشرقت کردم ز نور ایزدی ** من حقم رنجور گشتم نامدی‏
  • Seni Tanrılık nurunun doğusu haline getirdiğim halde ben ki Tanrı’yım, hastalandım da niçin halimi hatırımı sormaya gelmedin?”
  • گفت سبحانا تو پاکی از زیان ** این چه رمز است این بکن یا رب بیان‏
  • Musa, “Tanrı” sen kusurdan münezzehsin. Bu ne remizdir, Yarabbi, bunu bildir” dedi.
  • باز فرمودش که در رنجوریم ** چون نپرسیدی تو از روی کرم‏
  • Bunun üzerine Tanrı, yine “ Hastalığımda kerem edip niçin halimi sormadın?” buyurdu.
  • گفت یا رب نیست نقصانی تو را ** عقل گم شد این سخن را بر گشا 2160
  • Musa, “Yarabbi, senin bir noksanın olamaz. Aklım şaştı, bu sözün hakikatini anlat” dedi.
  • گفت آری بنده خاص گزین ** گشت رنجور او منم نیکو ببین‏
  • Tanrı, “Evet, has ve seçilmiş bir kulun hastalanmıştı. İyice bir bak hele o, benim.
  • هست معذوریش معذوری من ** هست رنجوریش رنجوری من‏
  • Onun özür serdetmesi benim özür serdetmemdir. Onun hastalığı benim hastalığımdır” buyurdu.
  • هر که خواهد همنشینی خدا ** تا نشیند در حضور اولیا
  • Tanrı ile oturup kalkmak isteyen kişi veliler huzurunda otursun.
  • از حضور اولیا گر بسکلی ** تو هلاکی ز آن که جزوی بی‏کلی‏
  • Velilerin huzurundan kesilirsen helâk oldun gitti. Çünkü sen küllü olmayan bir cüzüsün.
  • هر که را دیو از کریمان وابرد ** بی‏کسش یابد سرش را او خورد 2165
  • Şeytan, birisini kerem sahiplerinden ayırırsa onu kimsiz, kimsesiz bir hale kor, o halde de bulunca başını yer, mahvedip gider.
  • یک بدست از جمع رفتن یک زمان ** مکر دیو است بشنو و نیکو بدان‏
  • Topluluktan bir an bile ayrılmak bil ki Şeytan’ın hilesinden ibarettir.
  • تنها کردن باغبان صوفی و فقیه و علوی را از همدیگر
  • Bağcının, sofi, fakîh ve alevîyi birbirinden ayırıp yalnız bırakması
  • باغبانی چون نظر در باغ کرد ** دید چون دزدان به باغ خود سه مرد
  • Bir bahçıvan, bahçesine üç tane hırsızın girdiğini gördü.
  • یک فقیه و یک شریف و صوفیی ** هر یکی شوخی بدی لایوفیی‏
  • Bu üç kişinin birisi bir fakîh, birisi bir şerif, bir tanesi de bir sofi idi. Üçü de hafif meşrep ve vefasız kimselerdi.
  • گفت با اینها مرا صد حجت است ** لیک جمع‏اند و جماعت قوت است‏
  • Bahçıvan, kendi kendine “Bunlara karşı söyleyeceğim nice sözler, bunları ilzam için getireceğim yüzlerce deliller var. Fakat bunlar, bir topluluk. Topluluksa kuvvettir,
  • بر نیایم یک تنه با سه نفر ** پس ببرمشان نخست از همدگر 2170
  • Tek başıma bu üç kişinin hakkından gelemem, Önce onları birbirinden ayırmak lâzım.
  • هر یکی را من به سویی افکنم ** چون که تنها شد سبیلش بر کنم‏
  • Her birisini, öbüründen ayırayım. Ondan sonra birer, birer saçlarını, sakallarını yolarım” dedi.
  • حیله کرد و کرد صوفی را به راه ** تا کند یارانش را با او تباه‏
  • Hile edip arkadaşlarıyla arasını açmak üzere önce sofiyi yola vurdu.
  • گفت صوفی را برو سوی وثاق ** یک گلیم آور برای این رفاق‏
  • Sofi gidince öbür iki arkadaşıyla yalnız kaldı.
  • رفت صوفی گفت خلوت با دو یار ** تو فقیهی وین شریف نامدار
  • Sofiye “Eve git, bu arkadaşlar için bir kilim getir” dedi. Fakîhe “Sen fakîhsin, bu da ünlü bir şerif.
  • ما به فتوی تو نانی می‏خوریم ** ما به پر دانش تو می‏پریم‏ 2175
  • Biz, senin fetvanla ekmek yemekte, senin bilgi kanadında uçmaktayız.
  • وین دگر شه زاده و سلطان ماست ** سید است از خاندان مصطفاست‏
  • Bu da bizim şehzademiz, sultanımız. Seyit ve Mustafa’nın soyundan, sopundan.
  • کیست آن صوفی شکم خوار خسیس ** تا بود با چون شما شاهان جلیس‏
  • Bu pisboğaz, bu hasis sofi kim oluyor ki sizin gibi padişahlarla düşüp kalkıyor.
  • چون بیاید مر و را پنبه کنید ** هفته‏ای بر باغ و راغ من زنید
  • Gelince onu savın gitsin. Siz de tam bir hafta benim bahçemde, çayır çimenliğimde kalın.
  • باغ چه بود جان من آن شماست ** ای شما بوده مرا چون چشم راست‏
  • Hatta bağ da nedir ki? Canim bile sizin. Siz benim sağ gözüm mesabesindesiniz” dedi.
  • وسوسه کرد و مر ایشان را فریفت ** آه کز یاران نمی‏باید شکیفت‏ 2180
  • Onları vesveselendirip kandırdı. Ah, arkadaştan ayrılmamak gerek.
  • چون به ره کردند صوفی را و رفت ** خصم شد اندر پیش با چوب زفت‏
  • Sofi gelince onu savdılar. Bu sefer bahçıvan, koca bir sopayla ardından seğirtti.