-
گونهگون میدید ناخوش واقعه ** فاتحه میخواند او و القارعه
- Türlü, türlü kötü rüyalar görüyordu. Rüyasında bazen Fatiha suresini, bazen Karia suresini okuyordu.
-
گفت چاره چیست یاران جستهاند ** رفتهاند و جمله درها بستهاند 225
- “ Çare ne? Dostlar kalkıp gittiler. Bütün kapıları da kapadılar” dedi.
-
باز میگفت ای عجب آن خادمک ** نه که با ما گشت هم نان و نمک
- Yine “O Hizmetçiceğiz, bizimle tuz ekmek yemedi mi ki?
-
من نکردم با وی الا لطف و لین ** او چرا با من کند بر عکس کین
- Ben ona lütuftan başka ne yaptım, yumuşak sözlerden başka ne söyledim? Aksine o bana neden kinlendi ki?
-
هر عداوت را سبب باید سند ** ور نه جنسیت وفا تلقین کند
- Her düşmanlığa bir sebep olur. Yoksa aynı cinsten oluş insanı vefakâr eder” diyordu.
-
باز میگفت آدم با لطف وجود ** کی بر آن ابلیس جوری کرده بود
- Sonra tekrar “ Lütuf ve ihsan sahibi Âdem, iblise bir cefada bulundu mu ki?
-
آدمی مر مار و کژدم را چه کرد ** کاو همیخواهد مر او را مرگ و درد 230
- İnsan; yılana, akrebe ne yaptı ki onlar, daima insanı sokmak öldürmek isterler.
-
گرگ را خود خاصیت بدریدن است ** این حسد در خلق آخر روشن است
- Kurdun huyu yırtıcılıktır. Bu haset de nihayet yaradılışta vardır demekte”,
-
باز میگفت این گمان بد خطاست ** بر برادر این چنین ظنم چراست
- Sonra yine “ Böyle kötü zanna düşmek hatadır. Neye kardeşim hakkında böyle bir zanda bulunuyorum?” diye söylenmekteydi.
-
باز گفتی حزم سوء الظن تست ** هر که بد ظن نیست کی ماند درست
- Yine dönüp diyordu ki: “ Bu kötü zanna düşmek de bir tedbire sarılmaktır. Şüpheye düşmeyen muvaffak olur mu?”
-
صوفی اندر وسوسه و آن خر چنان ** که چنین بادا جز ای دشمنان
- Sofi vesvese içindeydi. Eşeğe gelince öyle bir haldeydi ki düşmanların cezası da, dilerim böyle olsun!
-
آن خر مسکین میان خاک و سنگ ** کژ شده پالان دریده پالهنگ 235
- Zavallı eşek; taş toprak içinde, semeri tersine dönmüş, kuskunu kopmuştur.
-
خسته از ره جملهی شب بیعلف ** گاه در جان کندن و گه در تلف
- Yol yürümekten ölmüş, bütün gece yemsiz, gâh can çekişmekte, gâh ölüm haline gelmekteydi.
-
خر همه شب ذکر میکرد ای اله ** جو رها کردم کم از یک مشت کاه
- Bütün gece “Yarabbi, arpadan vazgeçtim, bir avuçcağızdan da az saman olsa” diye sayıklıyordu.
-
با زبان حال میگفت ای شیوخ ** رحمتی که سوختم زین خام شوخ
- Hâl diliyle “Ey şeyhler, bir merhamet edin, bu ham ve edepsiz hizmetçinin elinden yandım” diyordu.
-
آن چه آن خر دید از رنج و عذاب ** مرغ خاکی بیند اندر سیل آب
- O eşeğin çektiği eziyeti duyduğu azabı ancak karada uçan kuş, sele kapılırsa çeker duyar!
-
بس به پهلو گشت آن شب تا سحر ** آن خر بیچاره از جوع البقر 240
- Nihayet biçare eşek, açlık illetinden o gece seher çağına kadar yan üstü yattı.
-
روز شد خادم بیامد بامداد ** زود پالان جست بر پشتش نهاد
- Gündüz olunca, hizmetçi gelip hemen semerini düzeltti, sırtına vurdu.
-
خر فروشانه دو سه زخمش بزد ** کرد با خر آن چه ز آن سگ میسزد
- Eşekçiler gibi birkaç sopa indirdi. O köpek hizmetçiden ne umulursa eşeğe onu yaptı.
-
خر جهنده گشت از تیزی نیش ** کو زبان تا خر بگوید حال خویش
- Eşek dayağın, şiddetinden sıçradı, kalktı. Dili yok ki halini söylesin!
-
گمان بردن کاروانیان که بهمیهای صوفی رنجور است
- Kervan halkının Sofinin eşeğini hasta sanmaları
-
چون که صوفی بر نشست و شد روان ** رو در افتادن گرفت او هر زمان
- Sofi, merkebe binip yola düzülünce merkep, her an yüzüstü düşmeye başladı.
-
هر زمانش خلق بر میداشتند ** جمله رنجورش همیپنداشتند 245
- Halk, merkep düştükçe onu kaldırmaya koyuldu. Herkes onu hasta sanıyordu.
-
آن یکی گوشش همیپیچید سخت ** و آن دگر در زیر گامش جست لخت
- Birisi kulağını burmakta, öbürü yara var mı diye damağını yoklamakta,
-
و آن دگر در نعل او میجست سنگ ** و آن دگر در چشم او میدید زنگ
- Diğeri nalında taş aramakta, bir diğeri de gözünü puslu görmekteydi.
-
باز میگفتند ای شیخ این ز چیست ** دی نمیگفتی که شکر این خر قوی است
- Sofiye “ Ey Şeyh, bu ne hal? Dün, şükür olsun, bu eşek kuvvetlidir demiyor muydun?” dediler.