-
رو بجو یار خدایی را تو زود ** چون چنان کردی خدا یار تو بود
- Yürü, tez bir Allah dostu ara. Böyle yaptın mı, Allah, senin dostun olur.
-
آن که در خلوت نظر بر دوخته ست ** آخر آن را هم ز یار آموخته ست
- Halvette oturup gözünü yuman da bunu yine dosttan öğrenmiştir.
-
خلوت از اغیار باید نه ز یار ** پوستین بهر دی آمد نه بهار 25
- Ağyardan halvet etmek gerek, yardan değil. Kürk, kışın işe yarar, baharın değil.
-
عقل با عقل دگر دو تا شود ** نور افزون گشت و ره پیدا شود
- Akıl başka bir akılla birleşti mi nur artar, yol meydana çıkar.
-
نفس با نفس دگر خندان شود ** ظلمت افزون گشت و ره پنهان شود
- Fakat nefis, bir başka nefisle sevinir, gülerse karanlık çoğalır, yol gizlenir.
-
یار چشم تست ای مرد شکار ** از خس و خاشاک او را پاک دار
- Ey avcı, dost senin gözündür. Onu çerçöpten arı tut.
-
هین به جاروب زبان گردی مکن ** چشم را از خس ره آوردی مکن
- Sakın dil süpürgesiyle ona toz kondurma. Göze tozu toprağı hediye götürme.
-
چون که مومن آینهی مومن بود ** روی او ز آلودگی ایمن بود 30
- Zira mümin, müminin aynası olunca yüzü buğulanmadan kurtulur.
-
یار آیینه ست جان را در حزن ** در رخ آیینهای جان دم مزن
- Mahzunluk zamanında dost, can aynasıdır. Aynanın yüzünü nefesle buğulandırma.
-
تا نپوشد روی خود را در دمت ** دم فرو خوردن بباید هر دمت
- Nefesinden buğulanıp yüzünü senden örtmemesi için her nefeste soluğunu tutman lâzım.
-
کم ز خاکی چون که خاکی یار یافت ** از بهاری صد هزار انوار یافت
- Topraktan aşağı mısın ki? Toprak bile sevgiliyi bulunca bir bahar yüzünden yüz binlerce çiçeğe kavuştu.
-
آن درختی کاو شود با یار جفت ** از هوای خوش ز سر تا پا شکفت
- O yaş ağaç, sevgiliyle buluşunca hoş bir hava yüzünden baştan ayağa açıldı, donandı.
-
در خزان چون دید او یار خلاف ** در کشید او رو و سر زیر لحاف 35
- Fakat gözün aykırı bir dost görünce başını, yüzünü yorgana çekti.
-
گفت یار بد بلا آشفتن است ** چون که او آمد طریقم خفتن است
- “Kötü dostla ünsiyet, belâya bulaşmaktır. Mademki o geldi, bana uyumak düşer.
-
پس بخسپم باشم اصحاب کهف ** به ز دقیانوس آن محبوس لهف
- Uyuyayım da Eshabı Kehf’ten olayım. O sıkıntıda o minnette mahpus kalmak, Dıkyanus’tan iyi” dedi.
-
یقظه شان مصروف دقیانوس بود ** خوابشان سرمایهی ناموس بود
- Eshabı kehf’in uyanıklığı, Dıkyanus’a kulluk etmekti. Fakat uykuları; şereflerini, haysiyetlerini korumuş oldu.
-
خواب بیداری ست چون با دانش است ** وای بیداری که با نادان نشست
- Bilgiyle uyumak uyanıklıktır. Vay bilgisizle oturan uyanık kişiye!
-
چون که زاغان خیمه بر بهمن زدند ** بلبلان پنهان شدند و تن زدند 40
- Kargalar, güz mevsimi otağlarını kurdular mı, bülbüller gizlenir ve susarlar.
-
ز آنکه بیگلزار بلبل خامش است ** غیبت خورشید بیداری کش است
- Çünkü gül bahçesi olmayınca, bülbül sükût eder. Güneşin kayboluşu, uyanıklığı öldürür.
-
آفتابا ترک این گلشن کنی ** تا که تحت الارض را روشن کنی
- Ey güneş! Sen yeraltını aydınlatmak üzere bu gül bahçesini terk ediyorsun.
-
آفتاب معرفت را نقل نیست ** مشرق او غیر جان و عقل نیست
- Fakat marifet güneşi, bir yerden bir yere gitmez, o güneş dolunmaz. Onun tanyeri akıl ve candan başka bir yer değildir.
-
خاصه خورشید کمالی کان سری ست ** روز و شب کردار او روشنگری ست
- Hele işi gücü; gündüz olsun gece olsun, âlemi aydınlatmak olan o cihanın kemal güneşi hiç kaybolmaz.
-
مطلع شمس آی گر اسکندری ** بعد از آن هر جا روی نیکوفری 45
- İskender’sen gün doğusuna gel. Ondan sonra nereye gidersen nurlusun, kuvvetlisin!
-
بعد از آن هر جا روی مشرق شود ** شرقها بر مغربت عاشق شود
- Ondan sonra nereye varsan orası doğu olur; doğrular senin batına âşık kesilir.
-
حس خفاشت سوی مغرب دوان ** حس در پاشت سوی مشرق روان
- Senin yarasa duygun batıya doğru koşmakta, inciler saçan duygun da doğuya doğru akmakta.