English    Türkçe    فارسی   

2
2415-2439

  • های و هویی کرد شیخ و باز راند ** کودکان را باز سوی خویش خواند 2415
  • Şeyh yine hay huy edip sopasını sürdü, yine çocukları yanına çağırdı.
  • باز بانگش کرد آن سایل بیا ** یک سؤالم ماند ای شاه کیا
  • Adam tekrar bağırdı: “Ey ulu padişah, bir sualim kaldı, gel!” dedi.
  • باز راند این سو بگو زودتر چه بود ** که ز میدان آن بچه گویم ربود
  • Şeyh tekrar o tarafa gelip “Çabuk söyle, nedir? Çok duramam, çünkü o çocuk meydandan topumu kaptı!” dedi.
  • گفت ای شه با چنین عقل و ادب ** این چه شیداست این چه فعل است ای عجب‏
  • Adam “Ey Padişah, bu kadar akla, edebe sahip olduğun halde bu ne divanelik, bu ne iş. Şaşılacak şey!
  • تو ورای عقل کلی در بیان ** آفتابی در جنون چونی نهان‏
  • Sen söz söylerken Aklı Küllünde ötesindesin; bir güneş olduğun halde nasıl delilikle gizleniyorsun” dedi.
  • گفت این اوباش رایی می‏زنند ** تا در این شهر خودم قاضی کنند 2420
  • Şeyh dedi ki: ”Bu külhanbeyleri beni bu şehre kadı yapmaya karar verdiler.
  • دفع می‏گفتم مرا گفتند نی ** نیست چون تو عالمی صاحب فنی‏
  • Reddettim, 'imkânı yok. Senin gibi âlim, fâzıl kimse yok.
  • با وجود تو حرام است و خبیث ** که کم از تو در قضا گوید حدیث‏
  • در شریعت نیست دستوری که ما ** کمتر از تو شه کنیم و پیشوا
  • Şeriatta da senden aşağı birisini kendimize ulu yapmamıza müsaade yok.' dediler.
  • زین ضرورت گیج و دیوانه شدم ** لیک در باطن همانم که بدم‏
  • Bunun zoruyla kendimi deli gösterdim, deliliğe Tanrı rahmeti geç erişir ama adamakıllı eriyordum. Fakat hakikatte evvelce ne idiysem yine oyum benim ben.
  • عقل من گنج است و من ویرانه‏ام ** گنج اگر پیدا کنم دیوانه‏ام‏ 2425
  • Aklım hazinedir, ben viraneyim. Deliyim hazineyi gösterirsem!
  • اوست دیوانه که دیوانه نشد ** این عسس را دید و در خانه نشد
  • Divane odur ki divane olmadı, divane odur ki bu bekçiyi gördüğü halde evine girmedi.
  • دانش من جوهر آمد نه عرض ** این بهایی نیست بهر هر غرض‏
  • Benim bilgim cevherdir, araz değil. Bu değerli bilgi, bir maksada erişmek için değil ki.
  • کان قندم نیستان شکرم ** هم ز من می‏روید و من می‏خورم‏
  • Ben şeker madeniyim, şeker kamışıyım, hem benden yetişmekte, hem ben yiyorum.
  • علم تقلیدی و تعلیمی است آن ** کز نفورش مستمع دارد فغان‏
  • Bir bilgiyi işiten kişi beğenmez, kabul eylemez, feryat ederse o bilgi taklit bilgisidir, öğrenilerek elde edilmiştir.( adama mal olmamıştır.)
  • چون پی دانه نه بهر روشنی است ** همچو طالب علم دنیای دنی است‏ 2430
  • Çünkü geçim elde edilmiştir, gönül aydınlatmak için değil. Bu ilim de, talibi gibi aşağılık dünya ilmidir.
  • طالب علم است بهر عام و خاص ** نی که تا یابد از این عالم خلاص‏
  • Bazı adamlar, havas ve avama görünmek için ilim öğrenmek ister, bu âlemden halâs olmak için değil.
  • همچو موشی هر طرف سوراخ کرد ** چون که نورش راند از در گشت سرد
  • Böyle adam fareye benzer; her tarafı deler ama vuslat nurlarından gafildir.
  • چون که سوی دشت و نورش ره نبود ** هم در آن ظلمات جهدی می‏نمود
  • Nuru, sahraya yol bulamadığı için ona bu karanlık kuyusu, hoş bir meskendir.
  • گر خدایش پر دهد پر خرد ** برهد از موشی و چون مرغان پرد
  • Fakat Tanrı, ona akıl kanadını ihsan ederse farelikten kurtulur, kuşlar gibi uçar.
  • ور نجوید پر بماند زیر خاک ** ناامید از رفتن راه سماک‏ 2435
  • Kanat aramazsa yerin dibinde kalır, Simâk burcuna yol bulmaktan ümitsiz bir hale düşer.
  • علم گفتاری که آن بی‏جان بود ** عاشق روی خریداران بود
  • Söze gelen ilim, cansızdır; satın alıcıların yüzüne âşıktır.
  • گر چه باشد وقت بحث علم زفت ** چون خریدارش نباشد مرد و رفت‏
  • Münakaşa ve mübahase zamanı o ilim, büyük görünür ama alıcısı olmayınca ölür gider.
  • مشتری من خدای است او مرا ** می‏کشد بالا که الله اشتری‏
  • Hâlbuki benim müşterim Tanrı’dır. Beni o yüceltir, o satın alır.
  • خونبهای من جمال ذو الجلال ** خونبهای خود خورم کسب حلال‏
  • Benim kanımın diyeti ululuk sahibi Tanrı’nın cemalidir. Ben kendi kan diyetimi yemekteyim, bu bana helâl bir kazançtır.