English    Türkçe    فارسی   

2
2482-2506

  • تو چه طاقت داری ای مور نژند ** که نهد بر تو چنان کوه بلند
  • Ey zayıf karınca, senin ne takatin var ki böyle bir yüce dağı yüklenmeye kalkışıyorsun!” dedi.
  • گفت توبه کردم ای سلطان که من ** از سر جلدی نه لافم هیچ فن‏
  • Adam dedi ki: “Sultanım, tövbe ettim. Bir daha böyle bir cürette bulunmam, böyle bir lâf etmem.”
  • این جهان تیه است و تو موسی و ما ** از گنه در تیه مانده مبتلا
  • Bu cihan bir çöldür, sen Musa’sın. Biz de günahımız yüzünden çölde iptilâlara uğramış kişileriz.
  • سالها ره می‏رویم و در اخیر ** همچنان در منزل اول اسیر 2485
  • Yıllarcadır yol görüyoruz, fakat sonunda yine ilk konakta esiriz.
  • گر دل موسی ز ما راضی بدی ** تیه را راه و کران پیدا شدی‏
  • Musa’nın gönlü bizden razı olsaydı, bu çöle bir yol, bir uç bulunurdu.
  • ور به کل بیزار بودی او ز ما ** کی رسیدی خوانمان هیچ از سما
  • Fakat bizden tamamıyla usanmış olsaydı hiç yemeğimiz gökten gelir miydi?
  • کی ز سنگی چشمه‏ها جوشان شدی ** در بیابان‏مان امان جان شدی‏
  • Bir taş parçasından kaynaklar coşar mıydı, çölde canımızı kurtarabilir miydik?
  • بل به جای خوان خود آتش آمدی ** اندر این منزل لهب بر ما زدی‏
  • Hattâ bundan vazgeçtik, yemek yerine üstümüze ateş yağar, konduğumuz bu konakta alevlenir, yanardık.
  • چون دو دل شد موسی اندر کار ما ** گاه خصم ماست گاهی یار ما 2490
  • Musa, bizden hem hoşnut, hem değil, gâh dostumuz, gâh düşmanımız.
  • خشمش آتش می‏زند در رخت ما ** حلم او رد می‏کند تیر بلا
  • Hışımı; pılımızı, pırtımızı ateşlemekte, hilmi belâya siper olmakta.
  • کی بود که حلم گردد خشم نیز ** نیست این نادر ز لطفت ای عزیز
  • Nasıl olur da hem hilimle muamele eder, hem hışımla? Fakat ey aziz Tanrı, bu senin lütfundan, bu lütuf, az görülmüş, bir şey değil ki.
  • مدح حاضر وحشت است از بهر این ** نام موسی می‏برم قاصد چنین‏
  • Adamın karşısında bulunan kimseyi yüzüne karşı methetmesi hoş bir şey değil. Onun için Musa’nın adını mahsus anıyorum.
  • ور نه موسی کی روا دارد که من ** پیش تو یاد آورم از هیچ تن‏
  • Yoksa değil Musa, kim olursa olsun. Senin karşında başka birinden bahsetmem yaraşır mı?
  • عهد ما بشکست صد بار و هزار ** عهد تو چون کوه ثابت برقرار 2495
  • Bizim ahitlerimiz yüzlerce, binlerce defa bozuldu. Fakat senin ahdin dağ gibi, yerinden bile oynamıyor.
  • عهد ما کاه و به هر بادی زبون ** عهد تو کوه و ز صد که هم فزون‏
  • Bizim ahdimiz saman çöpüne benzer, her çeşit rüzgâra karşı zebundur. Senin ahdinse dağ gibi, hatta yüzlerce dağdan da kuvvetli.
  • حق آن قوت که بر تلوین ما ** رحمتی کن ای امیر لونها
  • O kuvvet hakkı için ey renklere sahip olan, bizim renkten renge girişimize bir acı!
  • خویش را دیدیم و رسوایی خویش ** امتحان ما مکن ای شاه بیش‏
  • Kendimizi de gördük, rüsvay oluşumuzu da. Padişahım, bizi fazla imtihana çekme.
  • تا فضیحت‏های دیگر را نهان ** کرده باشی ای کریم مستعان‏
  • De ey kerem sahibi ve yardımı istenen Tanrı, öbür ayıplarımızı, öbür kötülüklerimizi gizli bırak.
  • بی‏حدی تو در جمال و در کمال ** در کژی ما بی‏حدیم و در ضلال‏ 2500
  • Sen cemalde, kemalde sonsuzun; biz eğrilikte sapıklıkta sonsuz!
  • بی‏حدی خویش بگمار ای کریم ** بر کژی بی‏حد مشتی لئیم‏
  • Şu bir avuç aşağılık kişililerin kötülükteki sonsuzluğunu sonsuz lütfunla, cemal ve kemalinle ört.
  • هین که از تقطیع ما یک تار ماند ** مصر بودیم و یکی دیوار ماند
  • Aman elbisemizden zaten bir tek iplik kaldı. Bir şehirdik, tek bir duvarımız yerinde.
  • البقیه البقیه ای خدیو ** تا نگردد شاد کلی جان دیو
  • Ey sahibimiz, şu kalanı koru, şu kalanı koru da Şeytan, tamamıyla sevinmesin.
  • بهر ما نه بهر آن لطف نخست ** که تو کردی گمرهان را باز جست‏
  • Bizim hatırımız için değil, suçluları yine arayıp kayırdığın o kadim lütfun hakkı için Yarabbi.
  • چون نمودی قدرتت بنمای رحم ** ای نهاده رحمها در لحم و شحم‏ 2505
  • Mademki kudretini gösterdin, merhametini de göster, ey et ve yağ parçalarına merhametler ihsan eden Tanrı.
  • این دعا گر خشم افزاید ترا ** تو دعا تعلیم فرما مهترا
  • Eğer bu dua gazabını arttırıyorsa ulu Tanrı, sen bize bir dua öğret.