-
قلعهای سلطان عمارت میکند ** لیک دعوی امارت میکند
- Padişahın kalesini yapar ama beylik dâvasındadır.
-
گشته یاغی تا که ملک او بود ** عاقبت خود قلعه سلطانی شود
- Kale, onun malı olsun diye isyan eder, fakat nihayet kale, padişahın eline geçer.
-
مومن آن قلعه برای پادشاه ** میکند معمور نه از بهر جاه
- Müminse o kaleyi padişah için tamir eder, makam sahibi, mevki sahibi olmak için değil.
-
زشت گوید ای شه زشت آفرین ** قادری بر خوب و بر زشت مهین
- Çirkin, “Ey çirkini de yaratan padişah, sen güzeli de yaratmaya kaadirsin, çirkini de” der.
-
خوب گوید ای شه حسن و بها ** پاک گردانیدیم از عیبها 2550
- Güzel de “Ey güzellik padişahı, beni bütün ayıplardan arıttın” der.
-
وصیت کردن پیغامبر صلی الله علیه و آله مر آن بیمار را و دعا آموزانیدنش
- Peygamber Sallâllahu Aleyhi Ve Sellem’in nasihat etmesi ve hastaya dua öğretmesi
-
گفت پیغمبر مر آن بیمار را ** این بگو کای سهل کن دشوار را
- Peygamber, o hastaya dedi ki: “Sen, şunu söyle; Tanrı, sen bize güçlükleri kolaylaştır.
-
آتنا فی دار دنیانا حسن ** آتنا فی دار عقبانا حسن
- Dünya yurdunda bize iyilik ver, ahiret yurdunda da.
-
راه را بر ما چو بستان کن لطیف ** منزل ما خود تو باشی ای شریف
- Yolumuzu gül bahçesi gibi lâtif bir hale getir, ey Yüce Tanrı, konağımız zaten sensin.”
-
مومنان در حشر گویند ای ملک ** نی که دوزخ بود راه مشترک
- Müminler mahşerde derler ki; “Ey melekler, cehennem müşterek bir yol değil miydi?
-
مومن و کافر بر او یابد گذار ** ما ندیدیم اندر این ره دود و نار 2555
- Mümin de oraya uğrayacaktı, kâfir de. Fakat biz bu yolda ne duman gördük, ne ateş.
-
نک بهشت و بارگاه ایمنی ** پس کجا بود آن گذرگاه دنی
- İşte burası cennet, emniyet yurdu. Peki o aşağılık uğrak nerede?”
-
پس ملک گوید که آن روضهی خضر ** که فلان جا دیدهاید اندر گذر
- Melekler derler ki: “Hani geçerken filân yerde gördüğümüz o yemyeşil bahçe vardı ya.
-
دوزخ آن بود و سیاستگاه سخت ** بر شما شد باغ و بستان و درخت
- Cehennem, o şiddetli azap yurdu, işte orasıydı. Fakat size bağlık, bahçelik, yeşillik bir yer oldu.
-
چون شما این نفس دوزخ خوی را ** آتشی گبر فتنه جوی را
- Siz, bu cehennem huylu, kötü suratlı, ateş meşrepli nefsi.
-
جهدها کردید و او شد پر صفا ** نار را کشتید از بهر خدا 2560
- Çalışıp, çabalayıp tertemiz bir hale getirdiniz; Tanrı için ateşi söndürdünüz:
-
آتش شهوت که شعله میزدی ** سبزهی تقوی شد و نور هدی
- Şulelenip duran şehvet ateşini takva yeşilliği, hidayet nuru haline soktunuz;
-
آتش خشم از شما هم حلم شد ** ظلمت جهل از شما هم علم شد
- Hırs ateşiniz hilim, bilgisizlik karanlığı ilim oldu;
-
آتش حرص از شما ایثار شد ** و آن حسد چون خار بد گلزار شد
- Hırs ateşini attınız; o ateş diken gibiydi, gül bahçesine döndü..
-
چون شما این جمله آتشهای خویش ** بهر حق کشتید جمله پیش پیش
- Mademki siz kendinizdeki bütün ateşleri bizim için söndürdünüz, bu suretle de zehir, bal haline geldi.
-
نفس ناری را چو باغی ساختید ** اندر او تخم وفا انداختید 2565
- Mademki ateşe mensup olan nefsi bir bahçe yapıp oraya vefa tohumları ektiniz,
-
بلبلان ذکر و تسبیح اندر او ** خوش سرایان در چمن بر طرف جو
- Oradaki zikir ve tespih bülbülleri, yeşillikte, ırmak kıyısında güzel bir tarzda ötüşmeye koyuldular.
-
داعی حق را اجابت کردهاید ** در جحیم نفس آب آوردهاید
- Tanrı’ya, çağırana icabet ettiniz, nefis cehennemine su serptiniz.
-
دوزخ ما نیز در حق شما ** سبزه گشت و گلشن و برگ و نوا
- Bizim cehennemimiz de size yeşillik, gül bahçesi, ağaçlık haline geldi.”
-
چیست احسان را مکافات ای پسر ** لطف و احسان و ثواب معتبر
- Oğul, ihsanın karşılığı nedir? Lütuf, ihsan ve en değerli sevap.
-
نی شما گفتید ما قربانیایم ** پیش اوصاف بقا ما فانیایم 2570
- Siz, biz kurbanız, varlık, iyilik vasıflarına karşı fâniyiz: