-
نه که ما را دست فضلش کاشته ست ** از عدم ما را نه او برداشته ست
- Bizim varlığımızı da “Onun fazıl” ve ihsan eli ekmemiş midir? Bizi de yoktan yaratan o değil mi?
-
ای بسا کز وی نوازش دیدهایم ** در گلستان رضا گردیدهایم 2625
- Ondan nice lütuflar görmüşüz, rıza gülistanında nice dolaşmışız.
-
بر سر ما دست رحمت مینهاد ** چشمههای لطف از ما میگشاد
- Başımıza rahmet elini koyar, bize de lütuf çeşmelerini izhar ederdi.
-
وقت طفلیام که بودم شیر جو ** گاهوارم را که جنبانید او
- Ben daha çocukken, süt emiyorken beşiğimi kim salladı? O!
-
از که خوردم شیر غیر شیر او ** کی مرا پرورد جز تدبیر او
- Onun sütünden başka kimden süt emdim, onun tedbirinden başka beni kim yetiştirdi?
-
خوی کان با شیر رفت اندر وجود ** کی توان آن را ز مردم واگشود
- Vücuda sütle giren huyu, çıkarmaya kimin iktidarı vardır?
-
گر عتابی کرد دریای کرم ** بسته کی گردند درهای کرم 2630
- Kerem denizi bir itapta, bulunsa bile, kerem kapılarını kapalı bırakır mı?
-
اصل نقدش داد و لطف و بخشش است ** قهر بر وی چون غباری از غش است
- Onun, asıl peşin ihsan ettiği para, lütuf ve vergisidir. Kahırsa, o paranın üstüne konmuş arızi bir tozdan ibarettir.
-
از برای لطف عالم را بساخت ** ذرهها را آفتاب او نواخت
- Âlemi lütfetmek için yarattı. Zerrelere, onun güneşi riayetlerde bulundu.
-
فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است
- Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
-
تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال
- Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
-
گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است 2635
- Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
-
آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دستآلودی کنند
- Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
-
نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم
- Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
-
چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است
- Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
-
کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب
- Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
-
من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است 2640
- Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
-
لطف سابق را نظاره میکنم ** هر چه آن حادث دو پاره میکنم
- Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
-
ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
- Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
-
هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین
- Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
-
هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی
- Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
-
چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود 2645
- Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
-
آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم
- Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
-
در بلا هم میچشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
- Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
-
چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره
- Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?