English    Türkçe    فارسی   

2
2633-2657

  • فرقت از قهرش اگر آبستن است ** بهر قدر وصل او دانستن است‏
  • Ayrılık bile, onun kahrından doğmakla berber vuslatın kadrini bilmek içindir.
  • تا دهد جان را فراقش گوشمال ** جان بداند قدر ایام وصال‏
  • Bu suretle diler ki ayrıldığı, canın kulağını bursun, onu tedibetsin de can, vuslat günlerini bilsin.
  • گفت پیغمبر که حق فرموده است ** قصد من از خلق احسان بوده است‏ 2635
  • Peygamber “Tanrı, âlemi yaratmadan maksadım, ihsan etmekti.
  • آفریدم تا ز من سودی کنند ** تا ز شهدم دست‏آلودی کنند
  • Yarattım ki benden bir fayda görsünler, balıma parmaklarını bansınlar.
  • نی برای آن که تا سودی کنم ** و ز برهنه من قبایی بر کنم‏
  • Ben bir fayda göreyim, çıplak adamdan bir libas elde edeyim diye yaratmadım, dedi” buyurmuştur.
  • چند روزی که ز پیشم رانده است ** چشم من در روی خوبش مانده است‏
  • Birkaç gün oldu ki beni huzurundan kovdu. Fakat yine gözüm onun güzel yüzünde.
  • کز چنان رویی چنین قهر ای عجب ** هر کسی مشغول گشته در سبب‏
  • Böyle bir yüzden bu çeşit kahra uğramak şaşılacak şey. Herkes sebeple meşgul olup durmakta.
  • من سبب را ننگرم کان حادث است ** ز انکه حادث حادثی را باعث است‏ 2640
  • Hâlbuki ben sebebe bakmam. Çünkü sebep sonra meydana gelen bir şeydir. Sonradan meydana gelen bir şeyin varlığına sebep olur.
  • لطف سابق را نظاره می‏کنم ** هر چه آن حادث دو پاره می‏کنم‏
  • Ben ezeli lütfa bakar, sonradan meydana geleni yırtar, iki parça ederim.
  • ترک سجده از حسد گیرم که بود ** آن حسد از عشق خیزد نز جحود
  • Tutalım, Âdem’e secde etmemem hasettendi. Ama o haset de aşktan meydana geldi; inattan, inkârdan değil.
  • هر حسد از دوستی خیزد یقین ** که شود با دوست غیری همنشین‏
  • Her haset, şüphesiz dostluktan meydana gelir. Sevgiliyle başkaları bir arada oturunca haset baş gösterir.
  • هست شرط دوستی غیرت پزی ** همچو شرط عطسه گفتن دیر زی‏
  • Aksırana “Çok yaşa “ demek dostluktan olduğu gibi, kıskançlık da dostluğun şartıdır.
  • چون که بر نطعش جز این بازی نبود ** گفت بازی کن چه دانم در فزود 2645
  • Onun oyununda bundan başka bir oyun yoktu ki? Oyna dedi, ben ne bilirim ki ona katayım?
  • آن یکی بازی که بد من باختم ** خویشتن را در بلا انداختم‏
  • Bir tek oyunum vardı, oynadım, kendimi kaldırıp belâya attım.
  • در بلا هم می‏چشم لذات او ** مات اویم مات اویم مات او
  • Belâda da onun lezzetlerini tatmak istedim, ona mat oldum, ona mat oldum, ona mat oldum!
  • چون رهاند خویشتن را ای سره ** هیچ کس در شش جهت از شش دره‏
  • Ey ulu kişi, bu altı cihetli âlemde kim, kendisini altı duygu kapısından kurtarabilir ki?
  • جزو شش از کل شش چون وارهد ** خاصه که بی‏چون مر او را کژ نهد
  • Altının cüz’ü, nasıl olurda küllünden kurtulur? Hele keyfiyetsiz Tanrı onu eğri yaratmışsa!
  • هر که در شش او درون آتش است ** اوش برهاند که خلاق شش است‏ 2650
  • Bu altı cihet içinde ateşe dalmış kişiyi ancak altı ciheti yaratan Tanrı kurtarabilir.
  • خود اگر کفر است و گر ایمان او ** دست باف حضرت است و آن او
  • Küfür olsun, iman olsun, onun eliyle dokunmadır, onundur.”
  • باز تقریر کردن معاویه با ابلیس مکر او را
  • Muaviye’nin tekrar İblis’e İblis’in hilelerini anlatması
  • گفت امیر او را که اینها راست است ** لیک بخش تو ازینها کاست است‏
  • Emîr ona dedi ki: “Bunlar doğru. Fakat bunlardan senin payın eksik.
  • صد هزاران را چو من تو ره زدی ** حفره کردی در خزینه آمدی‏
  • Sen, benim gibi yüz binlerce kişinin yolunu urdum delik deldin, hazineye girdin!
  • آتشی از تو نسوزم چاره نیست ** کیست کز دست تو جامه‏ش پاره نیست‏
  • Hem ateş ve neft olasın, hem yakmayasın, buna imkân var mı? Kimdir ki senin elinden elbisesi yırtılmamış olsun!
  • طبعت ای آتش چو سوزانیدنی است ** تا نسوزانی تو چیزی چاره نیست‏ 2655
  • Ey, ateş senin tabiatın yakmaktır, bir şeyi yakmaman mümkün değil.
  • لعنت این باشد که سوزانت کند ** اوستاد جمله دزدانت کند
  • Tanrı seni yakıcı bir hale getirmiş, bütün hırsızların üstadı etmiştir. İşte lânet budur.
  • با خدا گفتی شنیدی رو برو ** من چه باشم پیش مکرت ای عدو
  • Tanrı ile yüz yüze konuştum. Ey düşman, senin hilene karşı ben kim oluyorum?