-
تو خوری حلوا تو را دنبل شود ** تب بگیرد طبع تو مختل شود
- Sen helva yersin, çıban olur; sıtmaya tutulursun, sıhhatin bozulur.
-
بیگنه لعنت کنی ابلیس را ** چون نبینی از خود آن تلبیس را 2720
- Sonra da İblis’e suçu yokken lânet edersin. Niçin o şeytanlığı kendinde görmezsin?
-
نیست از ابلیس از تست ای غوی ** که چو روبه سوی دنبه میدوی
- Bu, ey azgın, İblis’ten değil, sendendir. Tilki gibi kuyruk peşinde koşup durmaktasın.
-
چون که در سبزه ببینی دنبه را ** دام باشد این ندانی تو چرا
- Yeşillikte bir kuyruk gördün mü o tuzaktır, bunu niye bilmiyorsun?
-
ز آن ندانی کت ز دانش دور کرد ** میل دنبه چشم و عقلت کور کرد
- Bilmiyorsun, çünkü kuyruğa meylin seni bilgiden uzaklaştırdı, gözünü, aklını kör etti.
-
حبک الأشیاء یعمیک یصم ** نفسک السودا جنت لا تختصم
- Sevdiğin şeyler seni kör ve sağır eder; düşmanlığa kalkışma, bu cinayeti, kara nefsin işledi.
-
تو گنه بر من منه کژ مژ مبین ** من ز بد بیزارم و از حرص و کین 2725
- Bana suç bulma, aykırı görme. Ben, kötülükten de bizarım, hırstan da, kinden de!
-
من بدی کردم پشیمانم هنوز ** انتظارم تا شبم آید به روز
- Bir kere kötülük ettim, hâlâ pişmanım; gecem gündüz olsun diye bekleyip duruyorum.
-
متهم گشتم میان خلق من ** فعل خود بر من نهد هر مرد و زن
- Halk arasında müttehim oldum, herkes, kadın olsun erkek olsun kendi işini bana isnat ediyor.
-
گرگ بیچاره اگر چه گرسنه است ** متهم باشد که او در طنطنه است
- Zavallı kurt, aç bile olsa uyduruyor diye itham edilir.
-
از ضعیفی چون نتاند راه رفت ** خلق گوید تخمه است از لوت زفت
- Zayıflıktan yol yürümeye kudreti olmasa bile çok yemeden imtilâ olmuştur derler” dedi.
-
باز الحاح کردن معاویه ابلیس را
- Muaviye’nin tekrar İblis’e ısrarı
-
گفت غیر راستی نرهاندت ** داد سوی راستی میخواندت 2730
- Muaviye dedi ki: “Seni doğruluktan başka bir şey kurtaramaz. Adalet, seni doğruluğa davet etmekte.
-
راست گو تا وارهی از چنگ من ** مکر ننشاند غبار جنگ من
- Doğru söyle de elimden kurtul. Hile, savaşımın tozunu yatıştıramaz.”
-
گفت چون دانی دروغ و راست را ** ای خیالاندیش پر اندیشهها
- Şeytan, “Ey hayal kuran, düşüncelere dalan, doğruyu, yalanı nasıl anladın?” dedi.
-
گفت پیغمبر نشانی داده است ** قلب و نیکو را محک بنهاده است
- Muaviye, “Peygamber, nişanesini bildirmiş, kalpla sağlamı anlamak için mehenk vermiş;
-
گفته است الکذب ریب فی القلوب ** گفت الصدق طمانین طروب
- “Yalan kalplerde şüphe uyandırır, doğru kalplere emniyet ve neşe verir “demiştir.
-
دل نیارامد ز گفتار دروغ ** آب و روغن هیچ نفروزد فروغ 2735
- Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yağ karışık olursa çırağ aydınlık vermez.
-
در حدیث راست آرام دل است ** راستیها دانهی دام دل است
- Doğru söz kalbe istirahat verir. Doğru sözler, gönül tuzağının taneleridir.
-
دل مگر رنجور باشد بد دهان ** که نداند چاشنی این و آن
- Gönül hasta olur, ağzı kokarsa ancak o vakit doğruyla yalanın tadını almaz.
-
چون شود از رنج و علت دل سلیم ** طعم کذب و راست را باشد علیم
- Fakat gönül ağrıdan illetten salim olursa, yalanla doğrunun lezzetini adamakıllı bilir, anlar.
-
حرص آدم چون سوی گندم فزود ** از دل آدم سلیمی را ربود
- Âdem’in buğdaya hırsı artınca bu hırs, gönlünden sıhhati, selâmeti kapıp götürdü.
-
پس دروغ و عشوهات را گوش کرد ** غره گشت و زهر قاتل نوش کرد 2740
- Senin yalanına, işvene kulak astı, aldanıp öldürücü zehri içti.
-
کژدم از گندم ندانست آن نفس ** میپرد تمییز از مست هوس
- O anda akrebi buğdaydayken ayırt edemedi. Hevesle mest olan kişinin temyizi uçup gider.
-
خلق مست آرزویند و هوا ** ز آن پذیرایند دستان ترا
- Halk, arzu ve heva sarhoşudur. Onu için senin yalanını dinler.
-
هر که خود را از هوا خود باز کرد ** چشم خود را آشنای راز کرد
- Fakat hevadan vazgeçen, gözünü sırlara âşina etmiştir.
-
شکایت قاضی از آفت قضا و جواب گفتن نایب او را
- Kadı’nın kadılıktan şikâyeti, naibinin ona verdiği cevap