English    Türkçe    فارسی   

2
2806-2830

  • دزد را از بانگ تو بگذاشتم ** من تو خر را آدمی پنداشتم‏
  • Sen bağırınca koyuverdim. Sen bir eşekmişsin meğerse. Bense seni adam sandım.
  • این چه ژاژست و چه هرزه ای فلان ** من حقیقت یافتم چه بود نشان‏
  • Bu ne herze, bu ne hezeyan? Ben kendisini tutmuştum, ayak izini ne yapayım?” dedi.
  • گفت من از حق نشانت می‏دهم ** این نشان است از حقیقت آگهم‏
  • Sen bir hilebazsın, yahut aptalın birisin. Hatta belki de hırsızın ta kendisisin ve bu işi de mahsus yaptın.
  • گفت طراری تو یا خود ابلهی ** بلکه تو دزدی و زین حال آگهی‏
  • Öbürü “ Ben ayak izini gösteriyorum. İşin haki katından âgahım” dedi.
  • خصم خود را می‏کشیدم من کشان ** تو رهانیدی و را کاینک نشان‏ 2810
  • Adam dedi ki: “Sen ya düzenbazsın, ya ahmak, belki de hırsızın ta kendisisin de işi biliyorsun.
  • تو جهت گو من برونم از جهات ** در وصال آیات کو یا بینات‏
  • Ben hasmımı çeke, çeke yakalamak üzereydim. İşte ayak izi diye sen koyuverttin. Sen cihetten bahsediyorsun, bense cihetlerden çıkmış, kurtulmuşum. Vuslatta delil ve âlamet olur mu?”
  • صنع بیند مرد محجوب از صفات ** در صفات آن است کاو گم کرد ذات‏
  • Sıfatlarla perdelenmiş olan kişi, ancak sıfat görür. Zatı kaybeden kişidir ki sıfatlarda kalır.
  • واصلان چون غرق ذاتند ای پسر ** کی کنند اندر صفات او نظر
  • Oğul, Allah’a ulaşanlar, zata gark olmuşlardır. Artık onlar sıfatlara nazar ederler mi?
  • چون که اندر قعر جو باشد سرت ** کی به رنگ آب افتد منظرت‏
  • Başın ırmağın dibinde oldukça renge bakabilir misin?
  • ور به رنگ آب باز آیی ز قعر ** پس پلاسی بستدی دادی تو شعر 2815
  • Suyun rengine bakmak için dipten çıktın mı? Güzel bir halıyı bırakmış, köhne bir kilimi almış olursun.
  • طاعت عامه گناه خاصگان ** وصلت عامه حجاب خاص دان‏
  • Avamın ibadeti, havasın günahıdır. Avamın vuslatı bil ki havasın hicabıdır.
  • مر وزیری را کند شه محتسب ** شه عدوی او بود نبود محب‏
  • Padişah bir veziri muhtesip yapsa, onun dostu değildir, düşmanıdır.
  • هم گناهی کرده باشد آن وزیر ** بی‏سبب نبود تغیر ناگزیر
  • Mamafih o vezir belki suç işlemiştir. Böyle birden bire muameleyi değiştirmek elbette sebepsiz olamaz.
  • آن که ز اول محتسب بد خود و را ** بخت و روزی آن بده ست از ابتدا
  • Çünkü önce muhtesip olan kişiye baht ve devlet nasip olmuş demektir.
  • لیک آن کاول وزیر شه بده ست ** محتسب کردن سبب فعل بد است‏ 2820
  • Fakat önceden padişaha vezir olanı, sonra muhtesip yapmak kötü bir iş yaptığından olabilir.
  • چون ترا شه ز آستانه پیش خواند ** باز سوی آستانه باز راند
  • Fakat padişah, seni eşikten huzuruna çağırmış, sonra tekrar eşiğe sürmüşse,
  • تو یقین می‏دان که جرمی کرده‏ای ** جبر را از جهل پیش آورده‏ای‏
  • Şüphe etmeksizin bil ki bir suç ettin. Bilgisizlikle cebre yapışır.
  • که مرا روزی و قسمت این بده ست ** پس چرا دی بودت آن دولت به دست‏
  • Kısmetim buymuş dersen neden önce o devlet kısmetin olmuştu?
  • قسمت خود خود بریدی تو ز جهل ** قسمت خود را فزاید مرد اهل‏
  • Bilgisizlikle kendi kısmetini kendin teptin. Hâlbuki ehil olan kişi kısmetini artırır.
  • قصه‏ی منافقان و مسجد ضرار ساختن ایشان‏
  • Münafıkların Mescid-i Dırâr yapmaları
  • یک مثال دیگر اندر کژروی ** شاید ار از نقل قرآن بشنوی‏ 2825
  • Aykırı gidişe Kuran’dan getireceğimiz başka bir misal de dinlesen yerindedir.
  • این چنین کژ بازیی در جفت و طاق ** با نبی می‏باختند اهل نفاق‏
  • Münafıklar, buna benzer bir çift- tek oyununu da Peygamberle oynamışlardı.
  • کز برای عز دین احمدی ** مسجدی سازیم و بود آن مرتدی‏
  • “Ahmet dinini yüceltmek için bir mescit yapalım” dediler. Hâlbuki bu mürtetlikten başka bir şey değildi.
  • این چنین کژ بازیی می‏باختند ** مسجدی جز مسجد او ساختند
  • Bu çeşit aykırı bir oyuna girişerek Peygamber’in mescidinden başka bir mescit yaptılar.
  • فرش و سقف و قبه‏اش آراسته ** لیک تفریق جماعت خواسته‏
  • Döşemesini, tavanını, kubbesini düzdüler. Fakat bununla cemaati ayırmak diliyorlardı.
  • نزد پیغمبر به لابه آمدند ** همچو اشتر پیش او زانو زدند 2830
  • Yalvararak Peygamber’in yanına geldiler, deve gibi huzuruna çöktüler.