-
آن رسول مهربان رحم کیش ** جز تبسم جز بلی ناورد پیش
- O merhametli, şefkatli Peygamber gülümseyerek ancak “Peki” diyebildi.
-
شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد 2850
- O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
-
مینمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
- Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
-
موی را نادیده میکرد آن لطیف ** شیر را شاباش میگفت آن ظریف
- Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
-
صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه
- Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
-
راست میفرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفقترم
- O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
-
من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعلهی بس ناخوشی 2855
- Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
-
همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران
- Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
-
چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول
- Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
-
کاین خبیثان مکر و حیلت کردهاند ** جمله مقلوب است آنچ آوردهاند
- Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
-
قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
- Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
-
مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند 2860
- Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler”
-
قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول
- Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
-
تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
- Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.
-
گفت پیغمبر که آری لیک ما ** بر سر راهیم و بر عزم غزا
- Peygamber, “Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz.
-
زین سفر چون باز گردم آن گهان ** سوی آن مسجد روان گردم روان
- Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
-
دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت 2865
- Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu.
-
چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعدهی ماضی زدند
- Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
-
گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
- Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
-
گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
- Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
-
چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان
- Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
-
قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان 2870
- Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar.
-
هر منافق مصحفی زیر بغل ** سوی پیغمبر بیاورد از دغل
- Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e koştu;
-
بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است
- Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
-
چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
- Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.