English    Türkçe    فارسی   

2
2850-2874

  • شکرهای آن جماعت یاد کرد ** در اجابت قاصدان را شاد کرد 2850
  • O cemaatin teşekkür edilmesi icap eden işlerini anladı, icabet edeceğini söyleyerek haber getirenleri sevindirdi.
  • می‏نمود آن مکر ایشان پیش او ** یک به یک ز آن سان که اندر شیر مو
  • Onların hileleri gözünün önünde görünüp duruyor, o hileleri süt içinde kıl görür gibi birer, birer görüyordu.
  • موی را نادیده می‏کرد آن لطیف ** شیر را شاباش می‏گفت آن ظریف‏
  • Fakat o lütuf sahibi Peygamber, kılı görmemezlikten geliyor, o zarif kimse sütü övüyordu..
  • صد هزاران موی مکر و دمدمه ** چشم خوابانید آن دم ز ان همه‏
  • Yüz binlerce hile ve hud’a kıllarına o an gözünü yummuştu.
  • راست می‏فرمود آن بحر کرم ** بر شما من از شما مشفق‏ترم‏
  • O kerem denizi doğru buyurmuştu: “Ben, sizi, sizden ziyade esirgerim,
  • من نشسته بر کنار آتشی ** با فروغ و شعله‏ی بس ناخوشی‏ 2855
  • Ben âdeta dehşetli surette alevlenmiş, yalınlanmış bir ateşin kıyısına oturmuş bir adama benzerim.
  • همچو پروانه شما آن سو دوان ** هر دو دست من شده پروانه ران‏
  • Siz pervane gibi o tarafa koşuyorsunuz. Ben de iki elimle pervane koymaktayım”
  • چون بر آن شد تا روان گردد رسول ** غیرت حق بانگ زد مشنو ز غول‏
  • Münafıkların dileği üzerine Peygamber, o tarafa yürüyünce Allah gayreti haykırdı: “Gul sesini dinleme,
  • کاین خبیثان مکر و حیلت کرده‏اند ** جمله مقلوب است آنچ آورده‏اند
  • Bu habisler hile ettiler, söyledikleri sözlerin hepsi aykırıdır.
  • قصد ایشان جز سیه رویی نبود ** خیر دین کی جست ترسا و جهود
  • Maksatları kara yüzlülükten başka bir şey değildir. Hıristiyanlarla Yahudiler, en hayırlı dini nasıl olur da aralar?
  • مسجدی بر جسر دوزخ ساختند ** با خدا نرد دغاها باختند 2860
  • Cehennem köprüsü üstüne bir köprü kurdular, Allah’a tavlada hileye giriştiler”
  • قصدشان تفریق اصحاب رسول ** فضل حق را کی شناسد هر فضول‏
  • Maksatları Peygamber’in sahabesinin arasını bozmaktı. Her herzevekil Hakk’ın fazıl ve ihsanını nasıl tanır?
  • تا جهودی را ز شام اینجا کشند ** که به وعظ او جهودان سر خوشند
  • Şam’dan buraya bir Yahudi getirmek niyetindeydiler. Yahudiler, o Şam’lı Yahudi’nin vaazından sarhoş olmuşlardı.
  • گفت پیغمبر که آری لیک ما ** بر سر راهیم و بر عزم غزا
  • Peygamber, “Gelmeğe gelirim ama şimdi yol üstündeyiz. Savaşa gidiyoruz.
  • زین سفر چون باز گردم آن گهان ** سوی آن مسجد روان گردم روان‏
  • Savaştan dönünce o mescide giderim” buyurdu;
  • دفعشان کرد و به سوی غزو تاخت ** با دغایان از دغا نردی بباخت‏ 2865
  • Onları defetti; savaşa gitti. O kötü, o yalancı kişileri bu suretle avuttu.
  • چون بیامد از غزا باز آمدند ** چنگ اندر وعده‏ی ماضی زدند
  • Dönünce münafıklar, tekrar gelip evvelki vaadini hatırlattılar.
  • گفت حقش ای پیمبر فاش گو ** غدر را ور جنگ باشد باش گو
  • Allah, “ Peygamber, açıkça söyle. Neticesi savaş bile olsa onların hıyanetlerini açığa vur” dedi.
  • گفت ای قوم دغل خامش کنید ** تا نگویم رازهاتان تن زنید
  • Peygamber de “ Ey hilebaz Kavim, susun da sırlarınızı söylemeyeyim”
  • چون نشانی چند از اسرارشان ** در بیان آورد بد شد کارشان‏
  • Deyip sırlarından birkaçını söyleyiverdi. Derhal halleri kötüleşti.
  • قاصدان زو باز گشتند آن زمان ** حاش لله حاش لله دم زنان‏ 2870
  • Münafıkların elçileri, hemen “Hâşa, hâşa” demeğe başladılar.
  • هر منافق مصحفی زیر بغل ** سوی پیغمبر بیاورد از دغل‏
  • Her münafık, koltuğuna bir Mushaf urup hile ile Peygamber’e koştu;
  • بهر سوگندان که ایمان جنتی است ** ز انکه سوگندان کژان را سنتی است‏
  • Yemin etmeye koyuldu. Çünkü yemin etmek siperdir, ve yemin etmek, yalancı kişilerin âdetidir.
  • چون ندارد مرد کژ در دین وفا ** هر زمانی بشکند سوگند را
  • Yalancı, dolancı adam, dinde vefakâr olmadığından her an yeminini bozar.
  • راستان را حاجت سوگند نیست ** ز انکه ایشان را دو چشم روشنی است‏
  • Doğruların yemin etmeğe ihtiyaçları yoktur. Onların gözleri aydındır.