English    Türkçe    فارسی   

2
2881-2905

  • مهر در گوش شما بنهاد حق ** تا به آواز خدا نارد سبق‏
  • Hak, kulaklarınızı mühürledi de Allah sesini duymuyorsunuz.
  • نک صریح آواز حق می‏آیدم ** همچو صاف از درد می‏پالایدم‏
  • İşte apaçık kulağıma Allah sesi gelip duruyor. Âdeta tortuyu saftan süzmekteyim”
  • همچنان که موسی از سوی درخت ** بانگ حق بشنید کای مسعود بخت‏
  • Nitekim ey bahtı kutlu, Hak sesi, Musa’ya da bir ağaçtan gelmişti.
  • از درخت إنی أنا الله می‏شنید ** با کلام انوار می‏آمد پدید
  • “Ben Allah’ım” sesini bir ağaçtan duymuştu. O sesle beraber nurlar belirmiş, parlamıştı.
  • چون ز نور وحی در می‏ماندند ** باز نو سوگندها می‏خواندند 2885
  • Vahiy nuruna karşı aciz kalınca yine yemin etmeye koyuldular.
  • چون خدا سوگند را خواند سپر ** کی نهد اسپر ز کف پیکارگر
  • Allah yemine siper demiştir. Savaşçı, siperi elden bırakır mı?
  • باز پیغمبر به تکذیب صریح ** قد کذبتم گفت با ایشان فصیح‏
  • Peygamber, yine apaçık onları yalanladı ve fasih bir surette onlara “ Şüphe yok, yalan söylüyorsunuz” dedi.
  • اندیشیدن یکی از صحابه به انکار که رسول (ص) چرا ستاری نمی‏کند
  • Sahabeden birisinin inkâr düşüncesine düşüp ”Peygamber Sallâhü Aleyhi Ve Selem ne için ayıpları örtüyor” diye düşünmesi
  • تا یکی یاری ز یاران رسول ** در دلش انکار آمد ز آن نکول‏
  • Peygamber, vadinden dönünce sahabeden birisinin gönlüne inkâr düşüncesi düştü.
  • که چنین پیران با شیب و وقار ** می‏کندشان این پیمبر شرمسار
  • Peygamber böyle aksakallı, kâmil, koca kişileri utandırıyor.
  • کو کرم کو ستر پوشی کو حیا ** صد هزاران عیب پوشند انبیا 2890
  • Nerede kerem, nerede ayıp örtmek, nerede hayâ? Hani Peygamberler, yüz binlerce ayıbı örterlerdi?
  • باز در دل زود استغفار کرد ** تا نگردد ز اعتراض او روی زرد
  • Dedi; derhal yine bu itiraz, yüzümüzü saratmasın, mahcup düşmeyeyim diye gönlünden istiğfar etti.
  • شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق‏
  • Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
  • باز می‏زارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
  • Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
  • دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم‏
  • Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
  • اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود 2895
  • Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü.
  • سنگهاش اندر حدث جای تباه ** می‏دمید از سنگها دود سیاه‏
  • Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
  • دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست‏
  • Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
  • در زمان در رو فتاد و می‏گریست ** کای خدا اینها نشان منکری است‏
  • Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
  • خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
  • Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
  • گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز 2900
  • Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
  • هر یکی از یکدیگر بی‏مغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
  • Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
  • صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
  • Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
  • همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبه‏ای کردند حق آتش زدش‏
  • Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
  • قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام‏
  • Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
  • مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
  • Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.