-
شومی یاری اصحاب نفاق ** کرد مومن را چو ایشان زشت و عاق
- Münafık kişilerle dost olmanın şomluğu mümini de onlar gibi çirkinleştirdi, âsileştirdi.
-
باز میزارید کای علام سر ** مر مرا مگذار بر کفران مصر
- Yine “ Ey gizli şeyleri bütün inceliğiyle bilen Allah, beni küfrümde ısrar eder bir halde bırakma.
-
دل به دستم نیست همچون دید چشم ** ور نه دل را سوزمی این دم به خشم
- Bakışım nasıl elimde değilse, gönlüm de elimde değil. Yoksa bu an hışımla gönlümü yakardım” dedi.
-
اندر این اندیشه خوابش در ربود ** مسجد ایشانش پر سرگین نمود 2895
- Bu düşünceyle uykuya daldı, münafıkların mescidini fışkı ile dolu gördü.
-
سنگهاش اندر حدث جای تباه ** میدمید از سنگها دود سیاه
- Mescidin taşları pislik içinde harap olmuştu. Onlardan kara dumanlar tütüyordu.
-
دود در حلقش شد و حلقش بخست ** از نهیب دود تلخ از خواب جست
- Çıkan dumanlar, adamın boğazına girdi, boğazı yandı. O acı dumanın kokusundan uyandı.
-
در زمان در رو فتاد و میگریست ** کای خدا اینها نشان منکری است
- Hemen yüzüstü kapanıp ağlamaya başladı. Allah, bunlar, münkirlik nişanesi.
-
خلم بهتر از چنین حلم ای خدا ** که کند از نور ایمانم جدا
- Kahır ve gazap, beni iman nurundan ayıran böyle bir şefkatten daha iyi” diyordu.
-
گر بکاوی کوشش اهل مجاز ** تو به تو گنده بود همچون پیاز 2900
- Mecaz ehlinin çalışıp çabalamasını araştırsan görürsün ki soğan gibi kat, kattır.
-
هر یکی از یکدیگر بیمغزتر ** صادقان را یک ز دیگر نغزتر
- Fakat her katı, öbüründen daha içsiz, daha boş. Halbuki doğruların her işi öbüründen daha iyi, daha yerindedir.
-
صد کمر آن قوم بسته بر قبا ** بهر هدم مسجد اهل قبا
- Münafıklar, ziyneti libaslarının üstüne. Kubâ Mescidini yıkmak için yüzlerce gayret kemeri kuşanmışlardı.
-
همچو آن اصحاب فیل اندر حبش ** کعبهای کردند حق آتش زدش
- Onlar, Eshab-ı Fil’e benziyorlardı. Habeşistan’da bir Kâbe yapmışlardı da Allah, Kâbelerine ateş vurmuştu.
-
قصد کعبه ساختند از انتقام ** حالشان چون شد فرو خوان از کلام
- Bunun üzerine öç almak için Kâbe’yi yıkmaya niyetlendiler. Halleri nice oldu, Kuran’ı oku, anla!
-
مر سیه رویان دین را خود جهیز ** نیست الا حیلت و مکر و ستیز 2905
- Dinde kara yüzlü olanların hileden düzenden, savaştan başka bir şeyleri yoktur.
-
هر صحابی دید ز آن مسجد عیان ** واقعه تا شد یقینشان سر آن
- Her sahabe, mescit hakkında apaçık bir rüya gördü, bu suretle münafıkların o mescidi yapmaktaki maksatları meydana çıktı.
-
واقعات ار باز گویم یک به یک ** پس یقین گردد صفا بر اهل شک
- Bu rüyaları bir, bir söylesem şüphe edenlerce de hakikat apaçık anlaşılır.
-
لیک میترسم ز کشف رازشان ** نازنینانند و زیبد نازشان
- Fakat sırlarını açmaktan ürküyorum. Çünkü peygamberler nazenindirler, onlara naz yaraşır.
-
شرع بیتقلید میپذرفتهاند ** بیمحک آن نقد را بگرفتهاند
- Onlar şeriatı, taklide uymaksızın kabul etmişler, o peşin parayı mehenge vurmadan almamışlardır.
-
حکمت قرآن چو ضالهی مومن است ** هر کسی در ضالهی خود موقن است 2910
- Kuran’ın hikmeti müminin kayıp malıdır. Herkes kaybını bilir, tanır.
-
قصهی آن شخص که اشتر ضالهی خود میجست و میپرسید
- Kaybolmuş devesini soran kişinin hikâyesi
-
اشتری گم کردی و جستیش چست ** چون بیابی چون ندانی کان تست
- Meselâ bir deven olsa da kaybetsen, araştırmaya koyulsan bulunca, senin deven olduğunu nasıl bilmezsin?
-
ضاله چه بود ناقهای گم کردهای ** از کفت بگریخته در پردهای
- Arapça da “Dalle” kaybolmuş, elinden kurtulup kaçmış, bir yere gizlenmiş deveye derler.
-
آمده در بار کردن کاروان ** اشتر تو ز آن میان گشته نهان
- Kervan, yükü yüklemeğe gelmiş. Seninse deven kaybolmuş, ortada yok.
-
میدوی این سو و آن سو خشک لب ** کاروان شد دور و نزدیک است شب
- Dudağın kupkuru, o yana bu yana koşup durmaktasın; kervan da uzaklaşıyor, gece de yakın.
-
رخت مانده بر زمین در راه خوف ** تو پی اشتر دوان گشته به طوف 2915
- Pılı pırtı kokulu yerde, toprak üstünde kalmış, sen deve peşinde şuraya buraya dönüp dolaşıyorsun.
-
کای مسلمانان که دیده ست اشتری ** جسته بیرون بامداد از آخوری
- “ Müslümanlar; sabahleyin ahırdan bir deve kaçtı göreniniz var mı?