English    Türkçe    فارسی   

2
2985-3009

  • این نشان چون داد گویی پیش رو ** وقت آهنگ است پیش آهنگ شو 2985
  • Der, bu nişaneleri vereni “Haydi, önden yürü. Yürüme vakti, sen öne düş de,
  • پی روی تو کنم ای راست گو ** بوی بردی ز اشترم بنما که کو
  • Ben senin ardınca geleyim. Doğru sözlü kişi, devemin kokusunu aldın, şimdi de nerede, göster” diye onu öne salarsın.
  • پیش آن کس که نه صاحب اشتری ست ** کاو در این جست شتر بهر مری ست‏
  • Fakat deve sahibi olmayıp bu araştırmada taklide uyan kişinin,
  • زین نشان راست نفزودش یقین ** جز ز عکس ناقه جوی راستین‏
  • Bu doğru nişanelerle yakını artmaz, ancak hakikaten devesi kaybolanın inanışı ona da akseder.
  • بوی برد از جد و گرمیهای او ** که گزافه نیست این هیهای او
  • Onun ciddiyetinden, tahassüründen bir koku alır, anlar ki onun bu yelip yortması saçma değil, elbette bir aslı var!
  • اندر این اشتر نبودش حق ولی ** اشتری گم کرده است او هم بلی‏ 2990
  • Bu deve arayışı doğru değil ama o da bir deve kaybetmiştir.
  • طمع ناقه‏ی غیر رو پوشش شده ** آنچ ازو گم شد فراموشش شده‏
  • Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur.
  • هر کجا او می‏دود این می‏دود ** از طمع هم درد صاحب می‏شود
  • Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur.
  • کاذبی یا صادقی چون شد روان ** آن دروغش راستی شد ناگهان‏
  • Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur.
  • اندر آن صحرا که آن اشتر شتافت ** اشتر خود نیز آن دیگر بیافت‏
  • Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
  • چون بدیدش یاد آورد آن خویش ** بی‏طمع شد ز اشتر آن یار و خویش‏ 2995
  • Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser.
  • آن مقلد شد محقق چون بدید ** اشتر خود را که آن جا می‏چرید
  • Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
  • او طلب کار شتر آن لحظه گشت ** می‏نجستش تا ندید او را به دشت‏
  • Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir. Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.
  • بعد از آن تنها روی آغاز کرد ** چشم سوی ناقه‏ی خود باز کرد
  • Ondan sonra yalnızca yürümeye başlar, gözünü kendi devesine açar.
  • گفت آن صادق مرا بگذاشتی ** تا به اکنون پاس من می‏داشتی‏
  • Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, hâlbuki şimdiye kadar arkadaşlık ettik” deyince,
  • گفت تا اکنون فسوسی بوده‏ام ** وز طمع در چاپلوسی بوده‏ام‏ 3000
  • “ Şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm, tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum.
  • این زمان هم درد تو گشتم که من ** در طلب از تو جدا گشتم به تن‏
  • Bu arayışta senden zahiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle derttaş oldum.
  • از تو می‏دزدیدمی وصف شتر ** جان من دید آن خود شد چشم پر
  • Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım. Hâlbuki şimdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
  • تا نیابیدم نبودم طالبش ** مس کنون مغلوب شد زر غالبش‏
  • Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlûp oldu, altın üst geldi.
  • سیئاتم شد همه طاعات شکر ** هزل شد فانی و جد اثبات شکر
  • Bütün suçlarım, şükür olsun, ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.
  • سیئاتم چون وسیلت شد به حق ** پس مزن بر سیئاتم هیچ دق‏ 3005
  • Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma.
  • مر ترا صدق تو طالب کرده بود ** مر مرا جد و طلب صدقی گشود
  • Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
  • صدق تو آورد در جستن ترا ** جستنم آورد در صدقی مرا
  • Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
  • تخم دولت در زمین می‏کاشتم ** سخره و بیگار می‏پنداشتم‏
  • Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
  • آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست‏
  • Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.