English    Türkçe    فارسی   

2
2991-3015

  • طمع ناقه‏ی غیر رو پوشش شده ** آنچ ازو گم شد فراموشش شده‏
  • Başkasının devesine tamah edişi onun yüzünü örter de kendi kaybını unutturur.
  • هر کجا او می‏دود این می‏دود ** از طمع هم درد صاحب می‏شود
  • Devesi kaybolan nerelerde koşarsa bu da koşar, tamahından dertliye dost ve yoldaş olur.
  • کاذبی یا صادقی چون شد روان ** آن دروغش راستی شد ناگهان‏
  • Yalancı da doğrucuyla yoldaş olunca yalanı, ansızın doğru olur.
  • اندر آن صحرا که آن اشتر شتافت ** اشتر خود نیز آن دیگر بیافت‏
  • Devenin koştuğu o ovada yalancı da kendi devesini buluverir.
  • چون بدیدش یاد آورد آن خویش ** بی‏طمع شد ز اشتر آن یار و خویش‏ 2995
  • Onu görünce devesini hatırlar; dostunun, arkadaşının devesinden tamahını keser.
  • آن مقلد شد محقق چون بدید ** اشتر خود را که آن جا می‏چرید
  • Devesini orada otlar görür de mukallitten muhakkik olur.
  • او طلب کار شتر آن لحظه گشت ** می‏نجستش تا ندید او را به دشت‏
  • Deveyi orada aramadığı halde bulunca o an hakikaten deveye talip kesilir. Bu nişaneler, apaçık ve inanılır deliller.
  • بعد از آن تنها روی آغاز کرد ** چشم سوی ناقه‏ی خود باز کرد
  • Ondan sonra yalnızca yürümeye başlar, gözünü kendi devesine açar.
  • گفت آن صادق مرا بگذاشتی ** تا به اکنون پاس من می‏داشتی‏
  • Asıl deve arayan “Beni bıraktın mı, hâlbuki şimdiye kadar arkadaşlık ettik” deyince,
  • گفت تا اکنون فسوسی بوده‏ام ** وز طمع در چاپلوسی بوده‏ام‏ 3000
  • “ Şimdiye kadar abes bir şeyle meşguldüm, tamahtan sana yaltaklanıp duruyordum.
  • این زمان هم درد تو گشتم که من ** در طلب از تو جدا گشتم به تن‏
  • Bu arayışta senden zahiren, cismen ayrıldım ama asıl şimdi seninle derttaş oldum.
  • از تو می‏دزدیدمی وصف شتر ** جان من دید آن خود شد چشم پر
  • Şimdiye kadar devenin evsafını senden çalmıştım. Hâlbuki şimdi canım, benimkini gördü, artık gözüm doydu.
  • تا نیابیدم نبودم طالبش ** مس کنون مغلوب شد زر غالبش‏
  • Onu görmedikçe aramadım, istemedim. Fakat şimdi bakır mağlûp oldu, altın üst geldi.
  • سیئاتم شد همه طاعات شکر ** هزل شد فانی و جد اثبات شکر
  • Bütün suçlarım, şükür olsun, ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.
  • سیئاتم چون وسیلت شد به حق ** پس مزن بر سیئاتم هیچ دق‏ 3005
  • Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma.
  • مر ترا صدق تو طالب کرده بود ** مر مرا جد و طلب صدقی گشود
  • Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
  • صدق تو آورد در جستن ترا ** جستنم آورد در صدقی مرا
  • Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
  • تخم دولت در زمین می‏کاشتم ** سخره و بیگار می‏پنداشتم‏
  • Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
  • آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست‏
  • Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
  • دزد سوی خانه‏ای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانه‏ی خود است‏ 3010
  • Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş!
  • گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
  • Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
  • آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است‏
  • O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
  • لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان‏
  • Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
  • نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب‏
  • Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
  • خاصه چرخی کاین فلک زو پره‏ای است ** آفتاب از آفتابش ذره‏ای است‏ 3015
  • Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre!
  • بیان آن که در هر نفسی فتنه‏ی مسجد ضرار است‏
  • Her an bir Mescidi Dırâr var