-
سیئاتم شد همه طاعات شکر ** هزل شد فانی و جد اثبات شکر
- Bütün suçlarım, şükür olsun, ibadet oldu, alay fena buldu, doğruluk kaldı.
-
سیئاتم چون وسیلت شد به حق ** پس مزن بر سیئاتم هیچ دق 3005
- Suçlarım, Hakk’a vesile oldu. Gayri suçlarımı kınama, onlara dokunma.
-
مر ترا صدق تو طالب کرده بود ** مر مرا جد و طلب صدقی گشود
- Seni, doğruluğun arayıcı etmişti. Bana da ciddiyetim ve araştırmam doğruluk kapısını açtı.
-
صدق تو آورد در جستن ترا ** جستنم آورد در صدقی مرا
- Seni, doğruluğun aramaya sevk etti, beni de aramam doğruluğa çekti.
-
تخم دولت در زمین میکاشتم ** سخره و بیگار میپنداشتم
- Alay olsun diye, iş olsun diye yere devlet tohumu ekiyordum.
-
آن نبد بیگار کسبی بود چست ** هر یکی دانه که کشتم صد برست
- Hâlbuki onun aslı varmış, hakikî kazancımmış, ektiğim her taneye bedel yüzlerce tane çıktı” diye cevap verir.
-
دزد سوی خانهای شد زیر دست ** چون در آمد دید کان خانهی خود است 3010
- Hırsız, bir eve girmeğe kalkışır, girince görür ki girdiği kendi eviymiş!
-
گرم باش ای سرد تا گرمی رسد ** با درشتی ساز تا نرمی رسد
- Ey soğuk, hararetlen ki ısınasın, sertliğe alış ki yumuşayasın.
-
آن دو اشتر نیست آن یک اشتر است ** تنگ آمد لفظ معنی بس پر است
- O iki deve değildir ki, bir devedir. Fakat söz dar, mana ise pek geniş!
-
لفظ در معنی همیشه نارسان ** ز آن پیمبر گفت قد کل لسان
- Söz manaya daima kifayetsiz. Onun için Peygamber” Allah’ı bilenin dili tutulur” dedi.
-
نطق اصطرلاب باشد در حساب ** چه قدر داند ز چرخ و آفتاب
- Söz, hesapta usturlaba benzer. Usturlap, göğü güneşi ne kadar bilebilir ki?
-
خاصه چرخی کاین فلک زو پرهای است ** آفتاب از آفتابش ذرهای است 3015
- Hele bu gök olursa bu öyle bir gök ki, gökyüzü, buna nispetle bir katre. Bu güneş o güneşe nispetle bir zerre!
-
بیان آن که در هر نفسی فتنهی مسجد ضرار است
- Her an bir Mescidi Dırâr var
-
چون پدید آمد که آن مسجد نبود ** خانهی حیلت بد و دام جهود
- Münafıkların yaptıkları mescidin hakikî bir mescit olmayıp hile yurdu, Yahudi tuzağı olduğu anlaşılınca,
-
پس نبی فرمود کان را بر کنید ** مطرحهی خاشاک و خاکستر کنید
- Peygamber “ Onu yıkın! Süprüntülük, küllük, gübürlük yapın” buyurdu.
-
صاحب مسجد چو مسجد قلب بود ** دانهها بر دام ریزی نیست جود
- Mescidin sahibi de mescit gibi kalptı. Tuzağa saçtığın taneler, cömertlik sayılmaz ki.
-
گوشت کاندر شست تو ماهی رباست ** آن چنان لقمه نه بخشش نه سخاست
- Oltandaki et lokması, balığı avlamak içindir. Öyle bir lokma ne ihsandır, ne cömertlik!
-
مسجد اهل قبا کان بد جماد ** آن چه کفو او نبد راهش نداد 3020
- Kubâ’lıların Mescidi, taştan, topraktan ibaretken yine kendisinin naziri olmayan Mescid- i Dırar’ın vücuduna meydan vermedi.
-
در جمادات این چنین حیفی نرفت ** زد در آن ناکفو امیر داد نفت
- Taşa toprağa bile böyle bir zulüm ve sitem yapılmadı. Adalet emîri olan Resulullah, Kubâ mescidine benzemeyen o mescide şûle vurdu, onu yakıp yıktı!
-
پس حقایق را که اصل اصلهاست ** دان که آن جا فرقها و فصلهاست
- Asılların aslı olan hakikatlerin de, bil ki, farkları, ayrılıkları vardır.
-
نه حیاتش چون حیات او بود ** نه مماتش چون ممات او بود
- Ne hayatı onun hayatına benzer, ne mematı onun mematına.
-
گور او هرگز چو گور او مدان ** خود چه گویم حال فرق آن جهان
- Hatta kabrini bile öbürünün kabri gibi sanma. O cihanın farkını ben nasıl söyleyeyim?
-
بر محک زن کار خود ای مرد کار ** تا نسازی مسجد اهل ضرار 3025
- Ey iş eri, sen işini mehenge vur da bir Mescid’i Dırâr da sen yapma.
-
بس بر آن مسجد کنان تسخر زدی ** چون نظر کردی تو خود ز یشان بدی
- Sen o mescit yapanları kınıyor, onlarla alay ediyorsun ama gözünü çevirip baksan görürsün ki sen de onlardansın!
-
حکایت هندو که با یار خود جنگ میکرد بر کاری و خبر نداشت که او هم بدان مبتلاست
- Bir iş için savaşan, fakat kendisinin de o hale müptelâ olduğundan haberi olmayan Hintli
-
چار هندو در یکی مسجد شدند ** بهر طاعت راکع و ساجد شدند
- Dört Hintli bir mescitte Allah’a ibadet için namaza durmuşlar, rükû ve sücuda koyulmuşlardı.
-
هر یکی بر نیتی تکبیر کرد ** در نماز آمد به مسکینی و درد
- Her biri niyet edip tekbir alarak huzur ve huşuyla namaz kılmaktaydı.