- 
		    گوی آن گه راست و بینقصان شود ** که ز زخم دست شه رقصان شود
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Top padişahın elinin darbesiyle oynarsa, kemale ermiş olur.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   گوش دار ای احول اینها را به هوش ** داروی دیده بکش از راه گوش   315
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ey şaşı; bunları can kulağıyla dinle, gözüne kulak yoluyla ilâç ver!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    پس کلام پاک در دلهای کور ** مینپاید میرود تا اصل نور
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Temiz söz, hakikatten uzak olan gönüllerde karar etmez, nurun aslına dek gider.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    و آن فسون دیو در دلهای کژ ** میرود چون کفش کژ در پای کژ
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Çarpık ayakkabı, nasıl çarpık ayağa uyarsa Şeytanın afsun ve efsanesi de doğru olmayan gönüllere uyar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گر چه حکمت را به تکرار آوری ** چون تو نااهلی شود از تو بری
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Hikmeti istediğin kadar tekrarla... Ona ehil değilsen hikmet, senden ne kadar uzak!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    ور چه بنویسی نشانش میکنی ** ور چه میلافی بیانش میکنی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - İster yaz, belle… İster bahset, söyle!
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   او ز تو رو در کشد ای پر ستیز ** بندها را بگسلد وز تو گریز   320
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - O, Ey inatçı senden yüzünü çeker, gizlenir; bağlarını koparır, kaçar.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    ور نخوانی و ببیند سوز تو ** علم باشد مرغ دستآموز تو
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Fakat sen okumasan da hakikat ilmi senin yanıp yakıldığını görürse elinde, alışmış kuş haline gelir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    او نپاید پیش هر نااوستا ** همچو طاوسی به خانهی روستا
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Tavus kuşu, nasıl köylü evinde olmazsa, hakikat ilmi de her aceminin malı olmaz.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
	      
		  
		  - 
		  یافتن پادشاه باز را به خانهی کمپیر زن
 
	      
	       
	      
	       
	      
		  - Padişahın, doğanı ihtiyar kadının evinde bulunması
 
		  
	      
	       
	      
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    دین نه آن باز است کاو از شه گریخت ** سوی آن کمپیر کاو میآرد بیخت
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Doğanın padişahtan kaçıp un eleyen kocakarının evine gitmesi, bilgisizliğindendir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    تا که تتماجی پزد اولاد را ** دید آن باز خوش خوش زاد را
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - O kadıncağız, çocuklarına tutmaç pişirmeye savaşırken o cinsi güzel, kendisi hoş doğanı görünce,
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   پایکش بست و پرش کوتاه کرد ** ناخنش ببرید و قوتش کاه کرد   325
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Tutup ayacığını bağladı, kanadını kesip güdük bir hale getirdi, tırnağını kesti, yesin diye de önüne saman koydu.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گفت نااهلان نکردندت به ساز ** پر فزود از حد و ناخن شد دراز
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - ”Ehil olmayanlar sana iyi bakamamışlar, kanadın haddini aşmış, tırnağın da uzamış.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    دست هر نااهل بیمارت کند ** سوی مادر آ که تیمارت کند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Na ehil kişiler seni hasta ederler. Ananın yanına gel ki sana iyi baksın!” dedi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    مهر جاهل را چنین دان ای رفیق ** کژ رود جاهل همیشه در طریق
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Arkadaş, cahilin sevgisini de böyle bil. Cahil yolda daima çarpık, daima yampiri gider.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    روز شه در جستجو بیگاه شد ** سوی آن کمپیر و آن خرگاه شد
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Padişahın günü, doğanı aramakla geçti, nihayet o kocakarının çadırına yöneldi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   دید ناگه باز را در دود و گرد ** شه بر او بگریست زار و نوحه کرد   330
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ansızın orada doğanı, toz duman içinde gördü. Ona bakıp ağlamaya başladı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    گفت هر چند این جز ای کار تست ** که نباشی در وفای ما درست
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Dedi ki: “Her ne kadar, bize dosdoğru vefakârlıkta bulunmadığın için bu hâl sana lâyıktı.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    چون کنی از خلد زی دوزخ فرار ** غافل از لا یستوی اصحاب نار
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Çünkü cehennem ehliyle cennet ehlinin müsavi olmadığından gaflet ederek cennetten kaçtın, cehennemde karar ettin.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    این سزای آن که از شاه خبیر ** خیره بگریزد به خانهی گنده پیر
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Halinden haberdar olan padişahtan sersemce bu kokuşuk kocakarının evine kaçağın layığı budur”
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    باز میمالید پر بر دست شاه ** بیزبان میگفت من کردم گناه
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Doğan kanadını padişahın eline sürmekte, hal diliyle “Ben günah ettim”;
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
                 
	         
	         
		   - 
		   پس کجا زارد کجا نالد لئیم ** گر تو نپذیری بجز نیک ای کریم   335
 
		 
	         
	         
	         
		 
	       
	       
	       
		  - Ey kerem sahibi, sen iyilerden başkasını kabul etmezsen kötü nereye varsın da halini arz edip ağlasın?
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
 
		  
	       
	    
	  
	    
	       
		 
	         
		    - 
		    خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی
 
		 
		 
	         
		 
		 
	       
	       
	       
		  - Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.