English    Türkçe    فارسی   

2
3305-3329

  • آن یکی گفتش ادب را هوش دار ** خرد نبود این چنین ظن بر کبار 3305
  • Başka biri de ona dedi ki “Edebe riayet et. Büyükler hakkında böyle zanda bulunmak yaraşmaz.
  • دور از او و دور از آن اوصاف او ** که ز سیلی تیره گردد صاف او
  • Onun sâf seli, bulanıversin, bu ondan ve onun sıfatlarından ne kadar uzak!
  • این چنین بهتان منه بر اهل حق ** این خیال تست بر گردان ورق‏
  • Hak ehline böyle bühtanlarda bulunma. Bu, senin hayalinden ibaret, çevir yaprağı!
  • این نباشد ور بود ای مرغ خاک ** بحر قلزم را ز مرداری چه باک‏
  • Böyle bir şey olmaz ya, şayet olsa bile ey toprakta uçan kuş, bahrimuhite pislikten ne zarar!
  • نیست دون القلتین و حوض خرد ** کی تواند قطره‏ایش از کار برد
  • O, iki testiden az, yahut küçük bir havuz değil ki, bir katracık pislik onu nasıl bulandırır, nasıl kirletir.?
  • آتش ابراهیم را نبود زیان ** هر که نمرودی است گو می‏ترس از آن‏ 3310
  • Ateş, İbrahim’e bir ziyan veremedi. Kim Nemrutsa sen ona de: Kork ateşten!
  • نفس نمرود است و عقل و جان خلیل ** روح در عین است و نفس اندر دلیل‏
  • Nefis Nemrut’tur, akılla can da Halil. Ruh, işin tam içindedir. Kılavuza ihtiyaç yok, kılavuza muhtaç olan nefistir.
  • این دلیل راه رهرو را بود ** کاو به هر دم در بیابان گم شود
  • Kılavuz yolcuya, çöllerde her an kaybolana lâzımdır.
  • واصلان را نیست جز چشم و چراغ ** از دلیل و راهشان باشد فراغ‏
  • Menzile ulaşanlara gözden, ışıktan başka bir şey lâzım değil. Onlar kılavuzdan da kurtulmuşlardır, çölden de.
  • گر دلیلی گفت آن مرد وصال ** گفت بهر فهم اصحاب جدال‏
  • Eğer o vuslat eri bir delil getirirse henüz mücadele içinde bocalayanlar anlasınlar diye getirir.
  • بهر طفل نو پدر تی‏تی کند ** گر چه عقلش هندسه‏ی گیتی کند 3315
  • Baba, küçük çocuğuna onun dilince “Ti, ti” der, aklı, âlemi ölçüp biçse bile!
  • کم نگردد فضل استاد از علو ** گر الف چیزی ندارد گوید او
  • Üstat “ Elifte bir şey yok” dese fazileti eksilmez, yücelikten düşmez.
  • از پی تعلیم آن بسته دهن ** از زبان خود برون باید شدن‏
  • Henüz söz bilmez cahile bir şeyler öğretmek için kendi dilini terk etmek,
  • در زبان او بباید آمدن ** تا بیاموزد ز تو او علم و فن‏
  • Onun dilince konuşmak gerek. Ancak bu suretle senden bir bilgi, bir fen öğrenebilir.
  • پس همه خلقان چو طفلان وی‏اند ** لازم است این پیر را در وقت پند
  • Bütün halk da şeyhin çocukları mesabesindedir. Nasihat verdiği zaman pîre, onların seviyesine inmek lâzım”
  • کفر را حد است و اندازه بدان ** شیخ و نور شیخ را نبود کران‏ 3320
  • Küfrün de bir haddi, hududu var. Fakat şeyhe ve şeyhin nuruna bir kenar, bir had yok!
  • پیش بی‏حد هر چه محدود است لاست ** کل شی‏ء غیر وجه الله فناست‏
  • Haddi hududu olmayanın yanında mahdut olan şey, yok demektir. Allah’tan başka her şey fanidir.
  • کفر و ایمان نیست آن جایی که اوست ** انکه او مغز است و این دو رنگ و پوست‏
  • Onun bulunduğu yerde ne küfür var, ne iman. Çünkü o içtir, küfürle imansa deri.
  • این فناها پرده‏ی آن وجه گشت ** چون چراغ خفیه اندر زیر طشت‏
  • Bu yokluklar, yüze perdedir. O, leğen altında gizli ışığa benzer.
  • پس سر این تن حجاب آن سر است ** پیش آن سر این سر تن کافر است‏
  • Hulâsa bu ten başı, o başa perdedir. O başın önünde bu ten başı kesilmiş gibidir, bir şeye yaramaz.
  • کیست کافر غافل از ایمان شیخ ** چیست مرده بی‏خبر از جان شیخ‏ 3325
  • Kâfir kimdir? Şeyhin imanından gafil olan. Ölü kimdir? Şeyhin canından haberdar olmayan!
  • جان نباشد جز خبر در آزمون ** هر که را افزون خبر جانش فزون‏
  • Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim, daha fazla haberdarsa daha ziyade canlıdır.
  • جان ما از جان حیوان بیشتر ** از چه ز آن رو که فزون دارد خبر
  • Canımız hayvan canından daha üstündür, neden? Çünkü daha fazla biliyoruz.
  • پس فزون از جان ما جان ملک ** کاو منزه شد ز حس مشترک‏
  • Meleklerin canı da bizim canımızdan üstün. Çünkü onlarda Hissi Müşterek yoktur.
  • و ز ملک جان خداوندان دل ** باشد افزون تو تحیر را بهل‏
  • Ehil olanların canlarıysa meleklerin canlarından üstündür, şaşkınlığı bırak!