English    Türkçe    فارسی   

2
3347-3371

  • در رخ مه عیب بینی می‏کنی ** در بهشتی خارچینی می‏کنی‏
  • Sen ayın yüzünde ayıp noksan buluyor, cennette diken topluyorsun.
  • گر بهشت اندر روی تو خار جو ** هیچ خار آن جا نیابی غیر تو
  • Ey diken arayan, cennete gitsen bile orada senden başka bir diken göremezsin.
  • می‏بپوشی آفتابی در گلی ** رخنه می‏جویی ز بدر کاملی‏
  • Güneşi balçıkla sıvıyor, kâmil bedirde gedik arıyorsun.
  • آفتابی که بتابد در جهان ** بهر خفاشی کجا گردد نهان‏ 3350
  • Âlemde parlayıp duran güneş bir yarasa için nasıl gizlenir?
  • عیبها از رد پیران عیب شد ** غیبها از رشک ایشان غیب شد
  • Ayıplar, pîrler ret ettiğinden ayıp oldu. Kayıplar onların hasedi yüzünden kayıp kesildi.
  • باری از دوری ز خدمت یار باش ** در ندامت چابک و بر کار باش‏
  • Huzurdan uzaksan bari dost ol, çabucak nedamet getir, işe güce koyul,
  • تا از آن راهت نسیمی می‏رسد ** آب رحمت را چه بندی از حسد
  • Da o yoldan sana da bir rüzgâr essin. Rahmet, suyuna neden hasetle mani oluyorsun?
  • گر چه دوری دور می‏جنبان تو دم ** حیث ما کنتم فولوا وجهکم‏
  • Uzaktaysan bile bulunduğun yerden o tarafa yönel, “Nerede olursanız olun, yüzünüzü o tarafa dönün!”
  • چون خری در گل فتد از گام تیز ** دم‏به‏دم جنبد برای عزم خیز 3355
  • Eşek bile hızlı yürüyeyim derken balçığa saplandı mı oradan kurtulmak için anbean oynar durur.
  • جای را هموار نکند بهر باش ** داند او که نیست آن جای معاش‏
  • Orada kalmak için yerini düzeltmeğe kalkışmaz, bilir ki orası geçim yeri değildir.
  • حس تو از حس خر کمتر بده ست ** که دل تو زین وحلها بر نجست‏
  • Duygun, eşek duygusundan daha aşağı mı ki gönlün bu balçıktan sıçramadı bile.
  • در وحل تاویل رخصت می‏کنی ** چون نمی‏خواهی کز آن دل بر کنی‏
  • Balçığın içinde tevile ruhsat vermektesin. Çünkü oradan gönlünü almak istemiyorsun ki.
  • کاین روا باشد مرا من مضطرم ** حق نگیرد عاجزی را از کرم‏
  • “ Bana bu lâyık, ihtiyarım elimde değil. Allah kerimdir. Bir âcizi de suçlu tutacak değil ya” dersin.
  • خود گرفته ستت تو چون کفتار کور ** این گرفتن را نبینی از غرور 3360
  • Ey sırtlan gibi kötülüğe giriftar olmuş kişi, sen gafletinden bu muahezeyi görmüyorsun.
  • می‏گوند این جایگه کفتار نیست ** از برون جویید کاندر غار نیست‏
  • Sırtlanı mağaranın içinde değil, dışarıda arayın derler,
  • این همی‏گویند و بندش می‏نهند ** او همی‏گوید ز من بی‏آگهند
  • De mağarayı kapatırlar, hâlbuki sırtlan “Benden haberleri yok.
  • گر ز من آگاه بودی این عدو ** کی ندا کردی که آن کفتار کو
  • Bu düşmanlar, benden haberdar olsalardı sırtlan nerede, hani ya, diye bağırırlar mıydı” der.
  • دعوی‏کردن آن شخص که خدای تعالی مرا نمی‏گیرد به گناه و جواب گفتن شعیب علیه السلام مر او را
  • Birinin Ulu Allah günah yüzünden beni suçlu tutmuyor, bana ceza vermiyor diye iddiaya girişmesi ve Şuayb aleyhisselâm’ın ona cevap vermesi
  • آن یکی می‏گفت در عهد شعیب ** که خدا از من بسی دیده ست عیب‏
  • Şuayb zamanında birisi, “Allah benden nice ayıplar gördü.”
  • چند دید از من گناه و جرمها ** و ز کرم یزدان نمی‏گیرد مرا 3365
  • Nice suçlarda bulundum. Böyle olduğum halde kereminden bana ceza vermiyor, beni muahaze etmiyor” dedi.
  • حق تعالی گفت در گوش شعیب ** در جواب او فصیح از راه غیب‏
  • Ulu Allah, Şuayb’ın kulağına dedi ki. “Ona gayp âleminden fasih bir dille cevap ver:
  • که بگفتی چند کردم من گناه ** و ز کرم نگرفت در جرمم اله‏
  • Sen, ben ne kadar suç işledim, öyle olduğu halde Allah kereminden suçuma bakmıyor, bana mücazat etmiyor dedin ama
  • عکس می‏گویی و مقلوب ای سفیه ** ای رها کرده ره و بگرفته تیه‏
  • Ey aykırı düşünceli, ey sersem, ey yolu bırakıp da çölü tutmuş!
  • چند چندت گیرم و تو بی‏خبر ** در سلاسل مانده‏ای پا تا به سر
  • Seni nice kereler cezalandırdım. Fakat senin haberin yok. Ayağından tepene kadar zincirler içinde kalmışsın.
  • زنگ تو بر تویت ای دیگ سیاه ** کرد سیمای درونت را تباه‏ 3370
  • A kara kazan, isin, pasın kat, kat; için, yüzün berbat!
  • بر دلت زنگار بر زنگارها ** جمع شد تا کور شد ز اسرارها
  • Gönlünde is üstünde is, kurum üstünde kurum. Bu is ve kurum bir derecede ki nihayet gönlün, bütün sırlara karşı kör olmuş.