English    Türkçe    فارسی   

2
336-360

  • لطف شه جان را جنایت جو کند ** ز آنکه شه هر زشت را نیکو کند
  • Padişah, her kötüyü iyi ettiğinden onun lütfu cana bu cüreti vermekte, bu cinayetleri yaptırmaktadır” demekteydi.
  • رو مکن زشتی که نیکیهای ما ** زشت آمد پیش آن زیبای ما
  • Yürü, çirkin işlerde bulunma ki bizim iyiliklerimiz bile o güzel sevgilimizin huzurunda çirkin görünmektedir.
  • خدمت خود را سزا پنداشتی ** تو لوای جرم از آن افراشتی‏
  • Hâlbuki sen ettiğin hizmeti ona lâyık sandın da cürüm bayrağını onun için yücelttin.
  • چون ترا ذکر و دعا دستور شد ** ز آن دعاکردن دلت مغرور شد
  • Sana onu anmaya, Onu çağırmaya izin verdiler de o yüzden günlüne gurur düştü.
  • هم سخن دیدی تو خود را با خدا ** ای بسا کاو زین گمان افتد جدا 340
  • Kendini Allah ile konuşur gördün. Hâlbuki niceler vardır ki bu şüphe yüzünden ondan ayrı düşer.
  • گر چه با تو شه نشیند بر زمین ** خویشتن بشناس و نیکوتر نشین‏
  • Gerçi padişah seninle beraber yerde oturur ama sen kendini tanı, haddini bil de daha iyi, daha edepli otur!
  • باز گفت ای شه پشیمان می‏شوم ** توبه کردم نو مسلمان می‏شوم‏
  • Doğan dedi ki: “Padişahım, pişmanım, tövbe ettim, yeniden Müslüman oldum.
  • آن که تو مستش کنی و شیر گیر ** گر ز مستی کج رود عذرش پذیر
  • Sarhoş ederek aslanı bile tutacak derecede kuvvet ve cüret sahibi ettiğin kişi sarhoşluk yüzünden yolunu sapıtırsa özrünü kabul et.
  • گر چه ناخن رفت چون باشی مرا ** بر کنم من پرچم خورشید را
  • Tırnağımı kestilerse de sen beni kabul eder, benden yüz çevirmezsen ben, güneşin bile perçemini koparırım.
  • ور چه پرم رفت چون بنوازیم ** چرخ بازی گم کند در بازیم‏ 345
  • Kanadım gittiyse de beni okşarsan, bana iltifat edersen felek bile benim oyunuma karşı mat olur.
  • گر کمر بخشیم که را بر کنم ** گر دهی کلکی علمها بشکنم‏
  • Bana kuvvet kemerini bağışlarsan dağı yerinden koparırım, bana kudret kalemini verirsen bayrakları yıkar, orduları kırarım.
  • آخر از پشه نه کم باشد تنم ** ملک نمرودی به پر بر هم زنم‏
  • Nihayet benim cüssem, bir sivrisinekten de aşağı değil ya... Ben de Nemrut mülkünü kanadımla vurur, tarumar ederim.
  • در ضعیفی تو مرا بابیل گیر ** هر یکی خصم مرا چون پیل گیر
  • Tut ki zayıflıkta Ebabilim, tut ki düşmanlarımın her biri bir fildir.
  • قدر فندق افکنم بندق حریق ** بندقم در فعل صد چون منجنیق‏
  • Bir fındık kadar, fakat yakıcı kurşun atarım; kurşunum, yüzlerce mancınık derecesinde tesir eder.
  • موسی آمد در وغا با یک عصاش ** زد بر آن فرعون و بر شمشیرهاش‏ 350
  • Musa, savaşa bir tek sopasıyla gitti ama o sopayla Firavunu da, kılıçlarını da kırdı geçirdi.
  • هر رسولی یک تنه کان در زده ست ** بر همه آفاق تنها بر زده ست‏
  • Her peygamber, o kapıyı yalnızca döğmüş, bütün dünyaya tek başına saldırmıştır.
  • نوح چون شمشیر در خواهید ازو ** موج طوفان گشت از او شمشیر خو
  • Nuh, ondan kılıç isteyince Tufan dalgası, Allah kudretiyle kılıç kesilmiştir.
  • احمدا خود کیست اسپاه زمین ** ماه بین بر چرخ و بشکافش جبین‏
  • Ey Ahmet, yeryüzünün askeri kim oluyor ki? Aya bak, ayın bile alnını yar!
  • تا بداند سعد و نحس بی‏خبر ** دور تست این دور نه دور قمر
  • Bu suretle yıldızların yomlu, yomsuz olduğuna inanan bihaberler, bu devrin senin devrin olduğunu, kamerin devri olmadığını anlasınlar.
  • دور تست ایرا که موسای کلیم ** آرزو می‏برد زین دورت مقیم‏ 355
  • Bu devir, senin devrindir. Çünkü Kelîm olan Musa bile daima senin zamanını arzuladı.
  • چون که موسی رونق دور تو دید ** کاندر او صبح تجلی می‏دمید
  • Musa, senin devrinin parlaklığını, o devirdeki tecelli sabahının zuhurunu gördü de;
  • گفت یا رب آن چه دور رحمت است ** بر گذشت از رحمت آن جا رویت است‏
  • “ Yarabbi, o ne rahmet devri... O devir, rahmetten de ileri... O devirde rüyet var.
  • غوطه ده موسای خود را در بحار ** از میان دوره‏ی احمد بر آر
  • Musa’nı denizlere daldır da Ahmet’in devrinde izhar et’’ dedi.
  • گفت یا موسی بدان بنمودمت ** راه آن خلوت بدان بگشودمت‏
  • Allah dedi ki : “ Sana o devri onun için gösterdim, o halvetin yolunu onun için açtım”
  • که تو ز آن دوری درین دور ای کلیم ** پا بکش زیرا دراز است این گلیم‏ 360
  • Ey Kelîm, sen o devirden uzaksın; ayağını çek, çünkü bu iklim uzundur.