-
چون نباشد خوی بد سرکش در او ** کی فروزد آن خلاف آتش در او
- Böyle adamın kötü huyu serkeş olmasa, o huya aykırı şeylere niye ateşlenir, kızar;
-
با مخالف او مدارایی کند ** در دل او خویش را جایی کند 3470
- Yahut muhalife müdana eder, onun gönlünde bir yer kazanır?
-
ز انکه خوی بد بگشته ست استوار ** مور شهوت شد ز عادت همچو مار
- Çünkü kötü huyu adamakıllı kuvvetlenmiştir. Karınca gibi olan şehvetti, itiyat yüzünden adeta ejderha kesilmiştir.
-
مار شهوت را بکش در ابتدا ** ور نه اینک گشت مارت اژدها
- Şehvet yılanını önceden öldür. Yoksa hemencecik ejderhalaşır.
-
لیک هر کس مور بیند مار خویش ** تو ز صاحب دل کن استفسار خویش
- Fakat herkes, yılanını karınca görür. Sen kendini bir gönül sahibine sor!
-
تا نشد زر مس نداند من مسم ** تا نشد شه دل نداند مفلسم
- Bakır, altın olmadıkça bakırlığını; gönül padişah olmadıkça müflisliğini bilmez.
-
خدمت اکسیر کن مسوار تو ** جور میکش ای دل از دل دار تو 3475
- Bakır gibi sen de iksire hizmet et. Gönül, dildarın cevrini çek.
-
کیست دل دار اهل دل نیکو بدان ** که چو روز و شب جهانند از جهان
- Dildar kimdir? İyice bil. Dildar ehli dildir. Çünkü ehli dil olan, gece ve gündüz gibi cihandan kaçıp durmakta, âlemde eğleşmemektedir.
-
عیب کم گو بندهی الله را ** متهم کم کن به دزدی شاه را
- Allah kulunun ayıbını az söyle, padişahı hırsızlıkla az kına.
-
کرامات آن درویش که در کشتی متهمش کردند
- Gemide bir dervişi hırsızlıkla töhmet altına almaları
-
بود درویشی درون کشتیی ** ساخته از رخت مردی پشتیی
- Bir gemide bir derviş vardı. Erliği kendisine arka yastığı yapmış, ona dayanmıştı.
-
یاوه شد همیان زر او خفته بود ** جمله را جستند و او را هم نمود
- Gemide bir kese altın kayboldu. O, uyuyordu. Herkesi aradılar. Birisi onu da gösterip,
-
کاین فقیر خفته را جوییم هم ** کرد بیدارش ز غم صاحب درم 3480
- “Bu uyuyan yoksulu da arayalım” dedi. Para sahibi derdinden onu da uyandırdı.
-
که در این کشتی حرمدان گمشدست ** جمله را جستیم نتوانی تو رست
- “Bu gemide bir kese kayboldu. Herkesi aradık, bu arayıştan sen kurtulamazsın.
-
دلق بیرون کن برهنه شو ز دلق ** تا ز تو فارغ شود اوهام خلق
- Hırkanı çıkar, soyun da senin hakkında kimsenin şüphesi kalmasın” dedi.
-
گفت یا رب مر غلامت را خسان ** متهم کردند فرمان در رسان
- Derviş “Yarabbi, şu aşağılık kişiler, kulunu töhmet altına alıyorlar, fermanını eriştir” dedi.
-
چون به درد آمد دل درویش از آن ** سر برون کردند هر سو در زمان
- Dervişin gönlü dertlenir dertlenmez hemen denizin her tarafından,
-
صد هزاران ماهی از دریای ژرف ** در دهان هر یکی دری شگرف 3485
- Yüzbinlerce balık baş çıkardı. Her birinin ağzında bir inci vardı. Ama ne inci?
-
صد هزاران ماهی از دریای پر ** در دهان هر یکی در و چه در
- Her tanesi bir memleket haracı. Allah’tan geliyor, elbette eşi bulunmaz.
-
هر یکی دری خراج ملکتی ** کز اله است این ندارد شرکتی
- Derviş gemiye birkaç inci atıp fırladı, havayı âdeta kendisine bir taht edip oturdu.
-
در چند انداخت در کشتی و جست ** مر هوا را ساخت کرسی و نشست
- Padişahlar gibi tahtının üstüne bağdaş kurup kuruldu.
-
خوش مربع چون شهان بر تخت خویش ** او فراز اوج و کشتیاش به پیش
- O, havanın yücesinde, gemi de onun önünde!
-
گفت رو کشتی شما را حق مرا ** تا نباشد با شما دزد گدا 3490
- Dedi ki: “Yürüyün, gidin. Gemi sizin Hak benim, yoksul bir hırsız sizinle bir arada olmasın!
-
تا که را باشد خسارت زین فراق ** من خوشم جفت حق و با خلق طاق
- Bakalım, bu ayrılıktan kim ziyan eder? Ben hoşum, Hak’la çift, halktan tek!
-
نه مرا او تهمت دزدی نهد ** نه مهارم را به غمازی دهد
- O, ne beni hırsızlıkla töhmet altına alır ne yularımı bir gammaza verir!”
-
بانگ کردند اهل کشتی کای همام ** از چه دادندت چنین عالی مقام
- Gemidekiler dediler ki: “Ey ulu, sana bu yüce makamı ne yüzden verdiler?”