English    Türkçe    فارسی   

2
3495-3519

  • حاش لله بل ز تعظیم شهان ** که نبودم در فقیران بد گمان‏ 3495
  • Hâşa, bu yüzden değil. Ululara tazim ettiğimden. Çünkü ben, yoksullar hakkında hiç kötü zanna düşmedim.
  • آن فقیران لطیف خوش نفس ** کز پی تعظیمشان آمد عبس‏
  • Onlar öyle lâtif, öyle nefesleri hoş kişilerdir ki onları ululamak için Allah’tan “ Abese” suresi geldi.
  • آن فقیری بهر پیچا پیچ نیست ** بل پی آن که بجز حق هیچ نیست‏
  • Onların yoksulluğu, dünyayı dönüp dolaşma yüzünden ve dünyalık için değil. Hak’tan başka hiçbir şey olmadığından onlarda yokluğu, yoksulluğu kabul etmişlerdir.
  • متهم چون دارم آنها را که حق ** کرد امین مخزن هفتم طبق‏
  • Nasıl töhmet altına alabilirim ki. Hak, ondan yedinci kat göğe kadar hazinelerine emin etmiştir” dedi.
  • متهم نفس است نه عقل شریف ** متهم حس است نه نور لطیف‏
  • Töhmetli nefistir; yüce akıl değil. Töhmetli duygudur; lâtif nur değil.
  • نفس سوفسطایی آمد می‏زنش ** کش زدن سازد نه حجت گفتنش‏ 3500
  • Nefis Sofestai olmuştur, vur nefsin kafasına! Çünkü hakikati kötekle anlar, delil getirmekle değil.
  • معجزه بیند فروزد آن زمان ** بعد از آن گوید خیالی بود آن‏
  • Mucize görür, aydınlanır. Sonradan der ki: O bir hayaldi.
  • ور حقیقت بودی آن دید عجب ** چون مقیم چشم نامد روز و شب‏
  • Hakikat olsaydı o gördüğüm şaşılacak şey gece gündüz gözümün önünde dururdu.
  • آن مقیم چشم پاکان می‏بود ** نه قرین چشم حیوان می‏شود
  • Hâlbuki o temiz gözlerde mukimdir, hayvan gözüne karin olmaz.
  • کان عجب زین حس دارد عار و ننگ ** کی بود طاوس اندر چاه تنگ‏
  • O şaşılacak şey, o mucize, bu duygudan utanır çekinir. Tavus kuşu, hiç dar bir kuyuya girer mi?
  • تا نگویی مر مرا بسیار گو ** من ز صد یک گویم و آن همچو مو 3505
  • Sakın bana, çok söylüyor deme. Ben, yüzde birini söylüyorum, söylediğim de pek cüzi, muhtasar!
  • تشنیع صوفیان بر آن صوفی که پیش شیخ بسیار می‏گوید
  • Sofilerin, şeyhin huzurunda çok söz söyleyen sofiyi kınamaları
  • صوفیان بر صوفیی شنعت زدند ** پیش شیخ خانقاهی آمدند
  • Sofiler, bir sofiyi kınayıp tekke şeyhinin yanına gelerek,
  • شیخ را گفتند داد جان ما ** تو از این صوفی بجو ای پیشوا
  • Şeyhe “Ey ulumuz, medet... Bu sofiden öcümüzü al” dediler.
  • گفت آخر چه گله ست ای صوفیان ** گفت این صوفی سه خو دارد گران‏
  • Şeyh “Sofiler, şikâyetiniz neden” diye sorunca birisi “Bu sofinin üç kötü huyu var;
  • در سخن بسیار گو همچون جرس ** در خورش افزون خورد از بیست کس‏
  • Söze başladı mı çan gibi susmak bilmez, boyuna söyler. Yemeğe girişti mi yirmi kişinin öğününden fazla yemek yer.
  • ور بخسبد هست چون اصحاب کهف ** صوفیان کردند پیش شیخ زحف‏ 3510
  • Yattı mı uyudu mu Eshabı Kehf’e benzer” dedi. Sofiler, bu üç huy, yol ehline yaraşmaz diye şeyhin huzurunda savaşa giriştiler.
  • شیخ رو آورد سوی آن فقیر ** که ز هر حالی که هست اوساط گیر
  • Şeyh o fakire yüz çevirip dedi ki: “Ne halin olursa olsan, o halde itidali koru.
  • در خبر خیر الأمور أوساطها ** نافع آمد ز اعتدال أخلاطها
  • “İşlerin hayırlısı orta hallisidir” diye haberde bile var. Vücuttaki Ahlât itidal yüzünden faydalı.
  • گر یکی خلطی فزون شد از عرض ** در تن مردم پدید آید مرض‏
  • Bunların biri herhangi bir ârızî sebeple fazlalaştı mı insanın bedeninde hastalık meydana gelir.
  • بر قرین خویش مفزا در صفت ** کان فراق آرد یقین در عاقبت‏
  • Yoldaşına pek yüklenme, çok söz söyleme, onu pek övme, çünkü bu, nihayet ayrılığa sebep olur.
  • نطق موسی بد بر اندازه و لیک ** هم فزون آمد ز گفت یار نیک‏ 3515
  • Musa’nın sözü, kendince haddindeydi ama o iyi dosta fazla geldi.
  • آن فزونی با خضر آمد شقاق ** گفت رو تو مکثری هذا فراق‏
  • O fazlalık da Hızır’la arasının açılmasına sebep oldu. Musa’ya “Haydi, git... Sen çok söylüyorsun... Gayri ayrılık geldi, çattı!
  • موسیا بسیار گویی دور شو ** ور نه با من گنگ باش و کور شو
  • Musa, sen ne fazla konuşuyorsun, git, uzaklaş... Yahut da benimle olunca kör dilsiz kesil.
  • ور نرفتی وز ستیزه شسته‏ای ** تو به معنی رفته‏ای بگسسته‏ای‏
  • Yok... Eğer gitmez, inadına oturursan hakikatte de bence gitmiş, benden ayrılmış sayılırsın” dedi.
  • چون حدث کردی تو ناگه در نماز ** گویدت سوی طهارت رو به تاز
  • Meselâ namazda ansızın yellensen, biriside sana git yeniden aptes al dese,