-
پاسبان بر خوابناکان بر فزود ** ماهیان را پاسبان حاجت نبود
- Bekçi, uyuyanlara göredir. Balıkların bekçiye ne ihtiyacı var?
-
جامه پوشان را نظر بر گازر است ** جان عریان را تجلی زیور است
- Çamaşırcıya elbise giyenler muhtaçtır. Çırçıplak canın ziyneti Allah tecellisidir.
-
یا ز عریانان به یک سو باز رو ** یا چو ایشان فارغ از تن جامه شو
- Ya çıplakları bırak, bir yana çekil… Yahut onlar gibi elbiseden vazgeç!
-
ور نمیتانی که کل عریان شوی ** جامه کم کن تا ره اوسط روی 3525
- Yok... Eğer tamamıyla soyunamıyorsan bari elbiseni azalt da orta halli ol!”
-
عذر گفتن فقیر به شیخ
- Fakirin şeyhe özrünü arz etmesi
-
پس فقیر آن شیخ را احوال گفت ** عذر را با آن غرامت کرد جفت
- Fakir, o şeyhe ahvalini anlattı, suçuna özürler diledi.
-
مر سؤال شیخ را داد او جواب ** چون جوابات خضر خوب و صواب
- Şeyh’in sualine, Hızır’ın cevapları gibi güzelce, doğruca cevaplar verdi.
-
آن جوابات سؤالات کلیم ** کش خضر بنمود از رب علیم
- Nitekim Kelîmin suallerine Hızır’ın Alîm Allah’tan verdiği cevaplarlarla;
-
گشت مشکلهاش حل و افزون زیاد ** از پی هر مشکلش مفتاح داد
- Musa’nın müşkülleri halloldu. Hızır, Musa’ya her müşkülü için anlatılamayacak derecede miftahlar verdi.
-
از خضر درویش هم میراث داشت ** در جواب شیخ همت بر گماشت 3530
- Dervişe Hızır’dan mirastı, o da şeyhin suallerine cevap vermede himmet etti.
-
گفت راه اوسط ار چه حکمت است ** لیک اوسط نیز هم با نسبت است
- Dedi ki: “Orta yol hikmetse de bu orta hallilik de nispidir.
-
آب جو نسبت به اشتر هست کم ** لیک باشد موش را آن همچو یم
- Su, deveye göre azdır, fakat fareye göre deniz gibiydi.
-
هر که را باشد وظیفه چار نان ** دو خورد یا سه خورد هست اوسط آن
- Birisinin dört ekmeğe ihtiyacı olurda iki yahut üç tanesini yerse bu, orta bir yiyiştir.
-
ور خورد هر چار دور از اوسط است ** او اسیر حرص مانند بط است
- Fakat dördünü de yerse bu yiyiş, orta bir yiyiş değildir ki. O adam, kaz gibi hırsına esir olmuştur.
-
هر که او را اشتها ده نان بود ** شش خورد میدان که اوسط آن بود 3535
- Birisinin on ekmeğe iştahı olsa da altısını yese bu orta sayılır.
-
چون مرا پنجاه نان هست اشتهی ** مر ترا شش گرده هم دستیم نی
- Fakat benim elli ekmeğe ihtiyacım var, senin altı yufkaya müsavi değiliz ki.
-
تو به ده رکعت نماز آیی ملول ** من به پانصد در نیایم در نحول
- Sen on rekât namaz kılınca usanırsın, ben beş yüz rekât namaz kılsam usanmam.
-
آن یکی تا کعبه حافی میرود ** و آن یکی تا مسجد از خود میشود
- Birisi, ta Kâbe’ye kadar yaya gider, öbürü mescide varıncaya kadar kendisinden geçer.
-
آن یکی در پاکبازی جان بداد ** وین یکی جان کند تا یک نان بداد
- Birisi o kadar cömerttir ki gönlü bulanmadan canını bile verir, öbürü bir dilim ekmek verebilmek için can çekişir.
-
این وسط در با نهایت میرود ** که مرا آن را اول و آخر بود 3540
- Bu orta halli oluş, sona göredir; önü, sonu olan şeye nispetledir.
-
اول و آخر بباید تا در آن ** در تصور گنجد اوسط یا میان
- Bir şeyde evvel, âhir olmalı ki ortası tasavvur edilebilsin.
-
بینهایت چون ندارد دو طرف ** کی بود او را میانه منصرف
- Sonsuz şeyin önü, sonu nasıl olur… Önü, sonu olmayanın ortası nasıl bulunur?
-
اول و آخر نشانش کس نداد ** گفت لو کان له البحر مداد
- Allah, “Deniz mürekkep olsa biterdi de Rabbimin kelimeleri bitmezdi” dedi. Kimse Allah tecellisinin evvelini, âhirini göremedi.
-
هفت دریا گر شود کلی مداد ** نیست مر پایان شدن را هیچ امید
- Hatta yedi deniz, tamamıyla mürekkep olsa gene biteceğini umma.
-
باغ و بیشه گر بود یک سر قلم ** زین سخن هرگز نگردد هیچ کم 3545
- Bağ, orman baştanbaşa kalem olsa bu söz, yine eksilmez.
-
آن همه حبر و قلم فانی شود ** وین حدیث بیعدد باقی بود
- O mürekkebin, o kalemlerin hepsi biter de sonu olmayan bu söz yine kalır.