-
بر دروغان جمع میآید دروغ ** الخبیثات الخبیثین زد فروغ
- Yalancılar yalanla konuşurlar “Pis şeyler, pislere aittir” sözü ışık verip durmaktadır.
-
دل فراخان را بود دست فراخ ** چشم کوران را عثار سنگلاخ 3640
- Gönlü açık olanların elleri de açık olur. Körlerin taşlık erde düşmeleri de pek tabiîdir.
-
جستن آن درخت که هر که میوهی آن درخت خورد نمیرد
- Birisinin, meyvesini yiyenin ölümden kurtulup ebedî hayata ulaşacağı ağacı aramaya kalkışması
-
گفت دانایی برای داستان ** که درختی هست در هندوستان
- Bilgili biri, hikâye yollu “Hindistan’da bir ağaç vardır.
-
هر کسی کز میوهی او خورد و برد ** نه شود او پیر نه هرگز بمرد
- Meyvesini yiyen ne ihtiyarlar, ne ölür!” der.
-
پادشاهی این شنید از صادقی ** بر درخت و میوهاش شد عاشقی
- Bir padişah bunu duyar, doğru sanıp o ağaca ve meyvesine âşık olur.
-
قاصدی دانا ز دیوان ادب ** سوی هندستان روان کرد از طلب
- Bu ağacı bulmak, meyvesini getirmek üzere divan adamlarından bilgili birisini Hindistan’a yollar.
-
سالها میگشت آن قاصد از او ** گرد هندستان برای جستجو 3645
- Adamcağız yıllarca Hindistan’da o ağacı arar, tarar.
-
شهر شهر از بهر این مطلوب گشت ** نه جزیره ماند و نه کوه و نه دشت
- Bulmak için şehir şehir gezer, ne ada bırakır, ne dağ bırakır, ne ova bırakır!
-
هر که را پرسید کردش ریشخند ** کاین که جوید جز مگر مجنون بند
- Kime sorduysa “ Bu ne arıyor, deli mi, ne?” diye güler, alay eder.
-
بس کسان صفعش زدند اندر مزاح ** بس کسان گفتند ای صاحب فلاح
- Niceler alaya alıp döverler, niceler istihza edip “Akıllı,
-
جستجوی چون تو زیرک سینه صاف ** کی تهی باشد کجا باشد گزاف
- Senin gibi zeki ve temiz kişinin bu arayışında elbette bir esas var, hiç boş olur mu?” derler.
-
وین مراعاتش یکی صفعی دگر ** وین ز صفع آشکارا سختتر 3650
- Ona alay yollu ettikleri bu riayet de ayrı bir tokat hatta bu enikonu tokattan da beter!
-
میستودندش به تسخر کای بزرگ ** در فلان اقلیم بس هول و سترگ
- Bazıları alaya alıp “ Ey ulu kişi pek korkunç, pek geniş bir iklim olan filân iklimde,
-
در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
- Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
-
قاصد شه بسته در جستن کمر ** میشنید از هر کسی نوعی خبر
- Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
-
بس سیاحت کرد آن جا سالها ** میفرستادش شهنشه مالها
- Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
-
چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب 3655
- Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır.
-
هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
- Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
-
رشتهی امید او بگسسته شد ** جستهی او عاقبت ناجسته شد
- Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
-
کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک میبارید و میبرید راه
- Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
-
شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
- Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
-
بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم
- Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
-
گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم 3660
- Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim.
-
تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من
- İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
-
رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک میبارید مانند سحاب
- Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
-
گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است
- “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.