-
در فلان بیشه درختی هست سبز ** بس بلند و پهن و هر شاخیش گبز
- Falan ormanda yemyeşil bir ağaç vardır. Pek yüce, pek korkunç... Her dalı koskocaman” derler.
-
قاصد شه بسته در جستن کمر ** میشنید از هر کسی نوعی خبر
- Padişah adamı, kimden ne duyarsa aramak için gayret kemerini kuşanır.
-
بس سیاحت کرد آن جا سالها ** میفرستادش شهنشه مالها
- Orada nice yıllar gezip tozar. Padişah da ona mallar yollar durur.
-
چون بسی دید اندر آن غربت تعب ** عاجز آمد آخر الامر از طلب 3655
- Gurbet diyarında bir hayli zahmetlere uğrar, nihayet âciz kalır.
-
هیچ از مقصود اثر پیدا نشد ** ز آن غرض غیر خبر پیدا نشد
- Ne maksudundan bir eser görünür, ne de sözden başka bir şey!
-
رشتهی امید او بگسسته شد ** جستهی او عاقبت ناجسته شد
- Ümit ipi üzülür, aradığını aramaz olur, usanır.
-
کرد عزم باز گشتن سوی شاه ** اشک میبارید و میبرید راه
- Padişah yanına dönmeye niyet eder, ağlaya, ağlaya yola düşer.
-
شرح کردن شیخ سر آن درخت را با آن طالب مقلد
- Şeyhin o mukallit talibe, o ağacın sırrını anlatması
-
بود شیخی عالمی قطبی کریم ** اندر آن منزل که آیس شد ندیم
- Meğerse o nedimin ye’se kapılıp geriye döndüğü memlekette kerem sahibi, kutuplardan âlim bir şeyh varmış.
-
گفت من نومید پیش او روم ** ز آستان او به راه اندر شوم 3660
- Nedim ümitsiz bir halde “Önce onun tekkesine gideyim de oradan yola düşeyim.
-
تا دعای او بود همراه من ** چون که نومیدم من از دل خواه من
- İstediğimi bulamadım, ümidim kesildi. Bâri duası yoldaşım olsun” der;
-
رفت پیش شیخ با چشم پر آب ** اشک میبارید مانند سحاب
- Gözleri yaşlı bulut gibi yaş döke, döke Şeyhin huzuruna varır.
-
گفت شیخا وقت رحم و رقت است ** ناامیدم وقت لطف این ساعت است
- “Şeyhim, acımanın, esirgemenin tam zamanı. Ümidim kesildi... Lütfedecek an, bu an!” der.
-
گفت وا گو کز چه نومیدیستت ** چیست مطلوب تو رو با چیستت
- Şeyh, “Ümitsizsen bile söyle. Matlûbun ne? Neye yüz tutun?” diye sorar.
-
گفت شاهنشاه کردم اختیار ** از برای جستن یک شاخسار 3665
- Nedim, “Bir padişahım var, beni bir ağaç aramak üzere gönderdi.
-
که درختی هست نادر در جهات ** میوهی او مایهی آب حیات
- Ama nasıl ağaç? Âlemde bulunmaz bir şey. Meyvesi, Âbıhayatın aslı.
-
سالها جستم ندیدم یک نشان ** جز که طنز و تسخر این سر خوشان
- Yıllardır aradım bir nişanesini bile bulamadım, ancak bu sarhoşlar, benimle eğlendiler, beni alaya aldılar... İşte o kadar!” der.
-
شیخ خندید و بگفتش ای سلیم ** این درخت علم باشد در علیم
- Şeyh gülümser de der ki: “Ey saf adam, bu ağaç, ilim sahibindeki ilimdir.
-
بس بلند و بس شگرف و بس بسیط ** آب حیوانی ز دریای محیط
- Pek yüce, pek büyük ve etrafa yayılmış bir ağaçtır o! Hatta ağaç da ne demek her tarafı kaplayan deniz gibi Âbıhayattır!
-
تو به صورت رفتهای ای بیخبر ** ز آن ز شاخ معنیی بیبار و بر 3670
- Sen surete kapılmış yolunu yitirmişsin. Manayı elden bıraktığın için onu bulamıyorsun.
-
گه درختش نام شد گه آفتاب ** گاه بحرش نام گشت و گه سحاب
- Ona gâh ağaç derler, gâh güneş. Gâh deniz adını takarlar, gâh bulut!
-
آن یکی کش صد هزار آثار خاست ** کمترین آثار او عمر بقاست
- Hulâsa o öyle şeydir ki yüz binlerce eseri var. En aşağılık hassası, sahibine ebedî bir hayat bağışlamasıdır.
-
گر چه فرد است او اثر دارد هزار ** این یکی را نام شاید بیشمار
- Tektir ama binlerce eseri, nişanesi var. O bire sayısız adlar gerek.
-
آن یکی شخص ترا باشد پدر ** در حق شخصی دگر باشد پسر
- Bir adam senin baban olur ama başka birisinin de oğludur.
-
در حق دیگر بود قهر و عدو ** در حق دیگر بود لطف و نکو 3675
- Birisine düşmandır, onun hakkında kahırdan ibarettir... Diğer birine lütfeder, iyilikle bulunur, onca iyidir.
-
صد هزاران نام و او یک آدمی ** صاحب هر وصفش از وصفی عمی
- Bir tek adam olduğu halde bak, yüz binlerce adı var. Bir vasfını bilen öbüründen âmadır, öbür vasfını bilmeyebilir.