English    Türkçe    فارسی   

2
556-580

  • صد تدارک بود چون حاضر بدند ** این زمان هر یک به اقلیمی شدند
  • Onlar o vakit buradaydılar. Yüz türlü çare bulunurdu. Hâlbuki şimdi her birisi bir tarafa gitti!
  • من که را گیرم که را قاضی برم ** این قضا خود از تو آمد بر سرم‏
  • Kimi tutayım? Kime gideyim? Bu işi başıma sen açtın, seni kadıya götüreyim de gör!
  • چون نیایی و نگویی ای غریب ** پیش آمد این چنین ظلمی مهیب‏
  • Niçin gelip de “Ey garip, böyle bir korkunç zulme uğradın” diye haber vermedin”
  • گفت و الله آمدم من بارها ** تا ترا واقف کنم زین کارها
  • Hizmetçi “ Vallahi kaç kere geldim, sana bu işleri anlatmak istedim.
  • تو همی‏گفتی که خر رفت ای پسر ** از همه گویندگان با ذوق‏تر 560
  • Fakat sen de “ Oğul, eşek gitti” deyip duruyordun. Hatta bu nağmeyi hepsinden daha zevkli söylemekteydin.
  • باز می‏گشتم که او خود واقف است ** زین قضا راضی است مردی عارف است‏
  • Ben de “ O da biliyor, bu işe razı, ârif bir adam” deyip geri döndüm” dedi.
  • گفت آن را جمله می‏گفتند خوش ** مر مرا هم ذوق آمد گفتنش‏
  • Sofi “Onların hepsi hoş, hoş söylüyorlardı, ben de onların sözünden zevke geldim.
  • مر مرا تقلیدشان بر باد داد ** که دو صد لعنت بر آن تقلید باد
  • Onları taklit ettim, bu taklit beni ele verdi. O taklide iki yüz kere lânet olsun!
  • خاصه تقلید چنین بی‏حاصلان ** خشم ابراهیم با بر آفلان‏
  • Hele böyle ekmek için yüzsuyu döken saçma adamları taklide!
  • عکس ذوق آن جماعت می‏زدی ** وین دلم ز آن عکس ذوقی می‏شدی‏ 565
  • Onların zevki bana da aksediyor, bu akis yüzünden gönlüm zevkleniyordu” dedi.
  • عکس چندان باید از یاران خوش ** که شوی از بحر بی‏عکس آب کش‏
  • Dostlardan gelen akis, sen denizden akse muhtaç olmaksızın su almaya iktidar kesbedinceye kadar hoştur.
  • عکس کاول زد تو آن تقلید دان ** چون پیاپی شد شود تحقیق آن‏
  • İlkönce gelen aksi taklit bil. Sonradan birbiri üstüne ve biteviye gelirse anla ki hakikîdir.
  • تا نشد تحقیق از یاران مبر ** از صدف مگسل نگشت آن قطره در
  • Hakikî akse erişinceye kadar dostlardan ayrılma. Sedefi terk etme, o katra daha inci olmadı ki.
  • صاف خواهی چشم و عقل و سمع را ** بر دران تو پرده‏های طمع را
  • Gözün, aklın ve kulağın saf olmasını istiyorsan o tamah perdelerini yırt.
  • ز انکه آن تقلید صوفی از طمع ** عقل او بر بست از نور و لمع‏ 570
  • Çünkü sofiyi yoldan çıkaran tamahtır. Yoldan çıkarır da sofinin hali tebah olur, ziyan içinde kalır.
  • طمع لوت و طمع آن ذوق و سماع ** مانع آمد عقل او را ز اطلاع‏
  • Yemeğe, zevk ve sema’ya tamah ediş, hakikate akıl erdirmesine mani olur.
  • گر طمع در آینه برخاستی ** در نفاق آن آینه چون ماستی‏
  • Ayna bir şeye tamah etseydi bizim gibi münafık olur, her şeyi olduğu gibi göstermezdi.
  • گر ترازو را طمع بودی به مال ** راست کی گفتی ترازو وصف حال‏
  • Terazinin mala tamahı olsaydı tarttığını nasıl doğru tartardı?
  • هر نبیی گفت با قوم از صفا ** من نخواهم مزد پیغام از شما
  • Her peygamber, kavmine açıkça “ Ben sizden peygamberlik için ücret istemiyorum.
  • من دلیلم حق شما را مشتری ** داد حق دلالیم هر دو سری‏ 575
  • Ben delilim, müşteriniz Allah’tır. Allah, benim tellâllığımı iki baştan da verdi.
  • چیست مزد کار من دیدار یار ** گر چه خود بو بکر بخشد چل هزار
  • Benim ücretim dosta kavuşmaktır. Ebubekir kırk bin dinar verdi ama.
  • چل هزار او نباشد مزد من ** کی بود شبه شبه در عدن‏
  • Onun kırk bini benim ücretim değil ki. Hiç boncuk, Aden incisine benzer mi?” demiştir.
  • یک حکایت گویمت بشنو به هوش ** تا بدانی که طمع شد بند گوش‏
  • Bir hikâye söyleyeyim, can kulağıyla dinle de tamah, adamın kulağına nasıl perde oluyor, anla!
  • هر که را باشد طمع الکن شود ** با طمع کی چشم و دل روشن شود
  • Kimde tamah varsa dili tutuk bir hale gelir. Nasıl olur da tamahla göz ve gönül aydınlanır, buna imkân var mı?
  • پیش چشم او خیال جاه و زر ** همچنان باشد که موی اندر بصر 580
  • Tamahkâr adamın gözünün önünde makam ve altın hayali, gözdeki kıl gibidir.